Ertesi
gün o ihtiyar boynunda askılı bir fotoğraf makinesi ile değil, bir valiz eşya
ile gelir. Ameleler üst kata kadar yardım ederler. Düşmesin şaşmasın, hevesini
alsın dedikleri o ihtiyar bir yığın takım taklavat çıkarır ortaya. Yarım saat
vaziyet alır. Başlar deklanşöre basmaya. Bir yarım saat de öyle geçer. İşçisi,
mühendisi bakarlar ki bu adam öyle gençliğinin özentisini, tatmin etmiyor, bu
ihtiyarın yaptığı öyle hevesat falan değil. Bu adam resmen bir sanat icra
ediyor. Personel Bekir Ağabeye saygı duymaya başlar. Çekim biter. Bekir Ağabey,
düzeni tezgâhı orada bırakır ve işçilere
“Akşam gelip bir de gece manzarası çekeceğim” der. Mühendisi, amelesi
Bekir Ağabeyi artık tanıdı ya, “Gel amca biz yine yardımcı oluruz” derler.
Böylece o muhteşem manzara ortaya çıkar.
*
Yıllarca il, il gezip fotoğraf çekmeyi
eğlenceli bulanlarınız olabilir. Oh ne güzel! Hem gez, hem para kazan diyenler
olabilir. Ancak bu işler öyle gezmek işi değildir. Zira fotoğrafçılık bir
sanattır. Her sanat gibi fotoğrafçılık da eğitim ve tecrübe ister. Param var
gider en kralından bir makine alırım çekerim diyenler, hiç kusura bakmasınlar
bu işler öyle değil. Bekir Ağabey biraz anlattı. Çok defalar ağaçlara çıktığını
birkaç kere düştüğünü söyledi. Evlerin çatısına, ağaçlara, direklere çıkmak
uygun yerden uygun görüntüyü yakalamak kolay değil.
Manzarayı iyi yakalamak için uygun
yerden, uygun mesafeden, uygun ışıkta çekmek deveyle hendekte güreş tutmak gibi
bir şey. Ben bir keresinde bir reklam firmasının banka için afiş çekimine şoför
(şimdi taşıyıcı diyorlar) olarak müdahil oldum. İstanbul’dan ta Adana’ya
Yarım saat değişik versiyonlarda 50-60
poz resim çektiler. Yirmi dakika boyunca meraklı izleyicileri,
Yani
şunu anlatmaya çalışıyorum; fotoğraf çekmek gerçekten uzman işi. Bir de bunun
sağlık riski var. O da ne diyeceksiniz eminim ki. Onların fotoğraf makinesi,
hele o zamanlar sigara paketi gibi değil ki. Kamyon gibi. Yıllarca sağ omzunda
makine taşımaktan şu anda sağ ayağı ve sağ omzu sakatlanmış yamulmuş dersem “Yok
yaa!” demezsiniz umarım.
&
Çorumlu
romancı, hikâyeci ve fotoğraf ustası (uzmanı) Bekir Baki AKSU işte bu. Bizden
bir önceki kuşak olmasına rağmen üstelik sağlık sorunları olmasına rağmen, hâlâ
çalışıyor. Son iki yılda çektiği fotoğraf sayısı 2000’i buluyor. Kâğıda döktüğü
ve emeğini paraya tahvil ettiği fotoğraf sayısı binleri geçiyor. Emeği, zahmeti
ve masrafı çok bir sanat. Bütün sanatlar gibi insanı zengin etmiyor ama namerde
de muhtaç etmiyor. Kadıköyü’nde kendi hâlinde mütevazı bir hayatı var.
&
Eee,
“Yavan Ekmek” romanında hiç bahsetmedin dediğinizi duyar gibiyim. Yavan Ekmek
bir “anı roman”dır. Romanın Kahramanı
Köraslan, tam mânâsıyla kör talih kurbanıdır. Bir kere doğuştan bir gözü
sakattır. Daha 5-6 yaşlarında iken annesini kaybeder. Eve üvey anne ve bir
çocuğu gelir. Zaten işin içine üvey ana girerse, artık olacaklar sürpriz
değildir. Dokuz yaşında iken harmanda düven (döven) sürmektedir. Dokuz yaş
nedir ki, daha çocuk ama onca işe koşturulan yorgun bir çocuk. Düven sürerken
uyuyakalır. Öküzler de saptan çıkar gider tınaza dalar, buğdayları yerler.
Köraslan uyanır bakar ki öküzler çok fazla buğday yemiş, karınları şiş. Hemen pınara götürür. Bilmez ki suyu içince
hayvanlar daha beter şişecektir. Pınardan evine dönerken hayvanlar yürüyemez
hâle gelirler, başlarlar debelenmeye. Olayı gören köylüler, hayvanlar murdar
gitmesin diye hemen keserler. Köraslan iki öküzün ölümüne sebep olmuştur.
Babasının bunu affetmeyeceğini ve iyi sopa yiyeceğini düşünür. Korkudan köyden
kaçar. Evet, efendim gerisini YAVAN EKMEK’i alıp okuyunca kendiniz
öğreneceksiniz. Benden bu kadar.
&
Bu
romanda normal halk dilini bulacaksınız. Halkın bilmediği, analarımızın
kullanmadığı bize zorla dayatılan uydurukça yoktur. Tıpkı Zülâl Kaya’nın “SAHİPSİZ BEDENLER”i gibi. Anadolu kadınının, analarımızın dili
kullanılmıştır. Bekir ağabey dilimizi en tabiî hâliyle romanına aktarmış; ev
kadınlarının bile rahatlıkla okuyup anlayacağı bir roman yazmıştır. Üstelik
unutulmaya yüz tutmuş birçok halk deyişlerini, yerel ifadeleri de bize
hatırlatmıştır.
“Atlar ter köpük içinde
kaldı- analığının baş kili -at ile avrat silâh ile saat yiğitte bulunur- benzi
kül gibi oldu- çarşafı mumyalamak-çimlenmek- değirmenin savağı -demir karyolada
yatıracağım- gelini kırattan indirince çömleği kırdılar-göbel oluşunun da
kendine iyi bir yol çizmediğine -topbamsı bir kauçuk- höllüğü falan ısıttım-
herkes koyununun yününden eğirip dokuduğu şal pantolonu zor bulurken, onun
üstünde lâcivert urba, hâki pantolon, ipek gömlek ve sarı çizme vardı; o halde
olsa olsa bu adam vali yada kaymakamdı - her sabah İzmirliler gibi çay
içireceğim sana- İzmir yatağı- jurnal yapmak- ılık bir su aktı başından-
Köraslan’ın boz inen sağ gözü- Kundağı ceviz, namlusu menevişli- kabuk kadar
hafif kaldı- kokulu sabunla ellerinizi yıkayın- lagantın şavkı yüzünde
parıltılar yaptı- lagantı çıkardı belinden- mavzerini yamçisinin (yamçısının)
altından çıkardı- öksüzlükle büyüyen Köraslan-pantolonunu İzmir de ütületmişti-
sipahi sigarasından bir tane uzattı –kokulu sabunla ellerinizi yıkayın, tüylü
havlu ile yüzünüzü kurulayın- yalbırdak cilası yaparak - yalım yalım kaynayan
sıcakta-Köraslan sade yağda kızartılmış böreğini yedi-…-- …-”
gibi pek çok halk dilini kullanması esere
sosyolojik ve kültürel açıdan bir zenginlik katmış. Roman sürekli olayları
anlatmıyor. Kişilerin psikolojik durumuna, karakterlerine, köy âdetlerine,
geleneklere ve mekân tasvirlerine de yer veriyor. Akıcı bir üslup ile bize,
Anadolu’muzun bir köşesini geniş bir kartpostal olarak sunuyor.
Teşekkürler Bekir Baki Aksu. İyi ki
romanını 43 sene önce yazmışsın. Herkes okumalı hele Çorumlu bunu okumaktan
sorumlu.
NOT:
Kitap isteme adresi: Kültür Ajans Yayınları:
Konur Sok. No.66-7 Kızılay –Ankara-
0312 425
9353- 0212527 9930