"Hakkını helal et" dedi Teğmen Bedri, "...Biz şimdi ölüm çemberine gidiyoruz. Kendine iyi bak. Kardeşlerimden, babamdan başka, geride bırakacağım kimsem yok. Büyük olarak belki seni kırmış olabilirim. Beni bağışla ve tekrar hakkını helal et..."

Ağaoğlu söz vermişti ağabeyisine, uğurlarken ağlamayacağına. Tutması gerekliydi sözünü. Ama ne mümkündü bu. Kendisini "koyverecek" oldu. Sıktı kendisini. Boğazına bir yumruk düğümlendi. Yutkundu, yutkundu... Sonra:

"Hayır" dedi Nihat,"...hayır ağabey ümitsiz konuşma. Büyük olarak senin bende hakkın çoktur. Asıl sen hakkını helal et. Sen beni affet. Sen, değil üç-beş Koreliye, bir orduya karşı koyacak bir subaysın. Göreceksin bak, geri döneceksin. Seninle konuştuğumuz çiftliği daha da büyüteceğiz. Hatta traktör bile alacağız. Bunları yapmak için mutlaka dönmelisin. Sana ihtiyacım var. Döneceksin ağabey, döneceksin. Döndüğünde bana nasıl savaştığını anlatacaksın. İnanıyorum buna..."

Bayraklar asılı araçlar geldiğinde, son defa kucaklaştılar. Ortalıkta bir kaynaşma oldu. Sonra eller havaya kalktı, sallanmaya başlandı. Koyunun kuzusundan ayrılışı gibi "meleyişler" kapladı alanı. Sonra hüzün çöktü. Bir müddet kalabalık dağılmadı, gidenler hemen dönecekmişcesine. Sonra birer-ikişer kopmalar oldu kalabalıktan. Ne gidenlerden gelenler oldu, ne bekleyenlerde ümitler tükendi. Derken kalabalıktan eser kalmadı.

Ağaoğlu, ağabeyisi gidince bulunduğu yere çömeldi, başını iki eli arasına aldı, ağladı, ağladı... kendisini kaybedercesine...

Bir el omzuna dokundu. "Haydi kardeş. Bugün onlara, yarın bize. Üzülme. Bırak ağlamayı. Kahraman askerlerimiz Kore'yi getirir dize..." derken, ancak kendisine gelebildi. Etrafına bakındı, kimsecikler kalmamıştı. Ancak Teğmen Bedri "Geleceğim" diyordu, "Geleceğim Nihat. Sana söz veriyorum geleceğim" diyordu. Başının üzerinde bir ay yıldızlı bayrak dalgalanıyordu. Teğmen Bedriydi bu. Hem de asker selamıyla, dimdik...

Yakınlar birbirlerinden ayrılırlarken, "Gidip dönmemek, gelip görmemek var" derlerdi. Öyle dememişti Ağaoğlu'nun ağabeyisi Teğmen Bedri. "Savaşa gidiyorum hakkını helal et" demişti, döneceğinden ümitsiz. Kore Savaşı'na gidiyordu, ateş çemberine gidiyordu akıbetinin ne olacağını bilmeden...

EVDE BİN AĞIT, BİN FİGAN

Ağaoğlu Ankara'da kalamazdı artık. O da Çorum'a gidiyordu. Ağabeyisi ne düşünüyorsa giderken, Ağaoğlu da aynı şeyleri düşünüyordu. Gidilen yer gerçek bir savaştı. Gidenler ne için gittiklerini, kimin için gittiklerini bilmeden... Aynı, Anzaklar'ın Çanakkale'ye taa Avustralya'dan geldikleri gibi...

O yıllar Ankara-Çorum arası sekiz-dokuz saat sürerdi otobüsle yolculuk. Bazen de on-oniki saat...

Ancak Ağaoğlu Çorum'a inince kaç saatte geldiğinin farkında bile değildi. Nasıl gelmişti, ne kadar zaman geçmişti bilemiyordu. Bedeni otobüste, "kafası" ağabeyisi Teğmen Bedri'deydi çünkü...

Eve geldiğinde, bin ağıt, bin figan vardı evde. Bu ağıtlar, bu figanlar taa Kore'ye uzanıyordu. Olayı bilmeyenler, mutlaka, bu evden birkaç cenaze birden çıkmış/çıkacak sanırdı...

Baba Efendi Ağa sessiz ağlıyordu. Gözyaşları içine akıyordu Efendi Ağa'nın. Eş, dost sessiz ağlıyordu. Saadet ve Mesadet figan ediyordu. Ağaoğlu da katıldı ablalarına. Ama ne ağlama, ne figan geri döndürecekti Bedri Teğmen'i...

Aile hüzünlüydü. Ağaoğlu hüzünlüydü. Efendi Ağa bir başka hüzünlüydü. Kimsenin ağzını "bıçak açmıyor"du. Akrabalar geliyorlar, bir-iki teselli lafı yapıp, oturup gidiyorlardı. Kimse kimseye en ufak bir söz söylemiyordu.

Günlük işleri herkes kendisi yapmaya çalışıyordu. İş yapmaya kalkanlara gelen akrabalar yardımcı oluyorlardı. Konakta, bazen bir ölü figanı, bazen de bir sessizlik hakimdi. Bunun böyle ne zamana kadar süreceği ise hiç belli değildi...

Ağaoğlu'nun, ağabeyisi Bedri'yi "ölüme uğurlayıp" Çorum'a geldiğinin haftasıydı. Bölük Komutanından yıldırım tel geldi. "Seni çavuş kursuna yazdırdım. İzinini kullanmadan gel..." diyordu. Bu, Birlik Komutanının Ağaoğlu'na teselli mükafatı olsa gerekti.

Şimdi nereden çıkmıştı bu telgraf? Zamanı mıydı? Herkesin üzüntülü zamanında, gelen bu telgraf günün tuzu-biberi oldu Efendi Ağa'ya.

"Olmaz" dedi, "...Hayır, gönderemem. Biriniz subay oldu ne anladı ki, biriniz de çavuş olunca ne anlıyacaksınız. Hayır, gönderemem. Göndermiyorum işte, o kadar..."

Ağaoğlu kalan iznini çeşitli düşüncelerle, ağlayarak, başı elleri arasında, beyni zonklayarak geçirdi. Sonra yine, aynı duygularla, yine üzüntülü, birliğine dönmek zorunda kaldı. Vatan borcuydu, gitmek gerekirdi...

ÇAN SAAT’İN ETRAFI BAYRAM YERİ…

Çanakkale Savaşı'na pek çok karşıt millet katıldığı gibi, Türk Tugayı da Kore Savaşı'na katıldı. Türk Tugayı Kore'ye iki kafile olarak gönderildi. Çin taarruzuna, özellikle TürkTugayı'ndaki birlikler karşı koydu. Türk Birlikleri Kore'de bir destan yazdırdılar. Şanlı Türk Bayrağı'nı Kore'de de dalgalandırdılar. Kore Savaşı Türkler için bir onur savaşıydı ve bunu da en yücelere çıkartmayı bildiler.

İki yıl, dokuz ay süren Kore Savaşı'nda Türk Tugayı yedi yüz kırk bir şehit, dört yüz altmış yedi kayıp verdi. Bu arada iki bin altmış sekiz Mehmetçik Gazi listesinde yer aldı.

Kore'ye birinci kafile, yirmi beş Eylül bin dokuz yüz elli tarihinde giderek kahramanca çarpıştı. İkinci kafile on beş Mayıs bin dokuz yüz elli birde, bin sekiz yüz kişi olarak gidip, birinci kafilenin kahramanlıklarına, ikinci kez kahramanlıklar yazdırdılar. Hem de tarihe geçen altın harflerle...

Bedri Teğmen ikinci kafilede gidip, bir yıl iki ay kahramanca çarpışarak, kardeşi Nihat'ın askerliğinin bitimine iki ay kala sağ-salim güzel yurdumuza dönüş yaptı. Önce Ankara'ya, oradan da baba ocağına gelecekti...

Bugün bayram değildi ama çifte davul-zuma çalıyordu şehirde. Çan Saatin etrafı bir başka kalabaydı. Ne için beklendiğini bilmeyenler, kalabalığı oluşturanlardan sorup öğreniyorlardı. Sorup öğrenenlerin bir kısmı da durup beklemeye başladılar.

Kalabalık gittikçe çoğalıyor, yolun her iki yanına sıralanıyorlardı. Yaşlılar vardı: Geçmiş anılarını anımsayıp, heyecanlı heyecanlı konuşup, elindeki bastonu kaldırıp indiren. Gençler vardı: Sabırla bekleyen. Çocuklar vardı: Kalabalıklar arasında, oradan oraya koşan...

OTOBÜSÜN ÜSTÜNDE BİR KAHRAMAN

Şehrin Ankara yolu girişinden, homurtuya benzeyen sesi ile Celal Güçlü'nün otobüsü göründü. Otobüs Orman Dairesi yanına gelince durdu. Otobüsün ön kapısı açıldı ve içinden uzun boylu, üniformalı bir subay indi. Otobüsün arkasına dolanıp, bagaj merdivenlerinden ivedilikle otobüsün üzerine çıktı (o yıllar bagajlar otobüslerin üzerinde taşınıyordu) Otobüsün önüne doğru geldi. Abide gibi dikeldi. Koynundan ay yıldızlı şanlı bayrağımızı çıkarıp, bir eliyle göğsüne yasladı. Bir elini subay şapkasının serpeneğine kaldırıp selam durdu. Dimdikti. Hiç hareket etmeden abide gibi...

Otobüs ağır ağır şehir merkezine doğru ilerliyor, abideleşmiş Türk Subayı, göğsünde Şanlı Türk Bayrağı, yolun her iki yanını doldurmuş kalabalığı selamlıyordu.

Bir alkıştır koptu. "Yaşa" sesleri yükseldi. Yaşa ve alkış sesleri, otobüsün sesini bastırıyor, otobüsün sesi duyulmuyordu. Otobüs Çan Saatin yanına kadar geldi. Önünde çifte davul-zurna çalan otobüs, çan saatinden sola döndü. Halkta bir kaynaşmadır başladı. Bazıları otobüsün arkasından, bazıları yanından, önünden, hem alkışlıyor, hem koşuşturuyorlardı...

Daracık ve kıvrımlı Osmancık Caddesi "adam seli" ile doldu taştı.

Otobüsün üstündeki Bedri Teğmen, otobüsten iner inmez omuzlara alındı ve Efendi Ağa'nın sevinç gözyaşları içinde konağın merdivenlerine indirildi.

Otobüsün üstündeki Türk Subayı'nı bilen biliyordu. Bilmeyen de yanındakine sorup öğreniyordu. Ancak bu subayın nereden geldiğini herkes biliyor, nereden geldiği sorulmuyordu. Güncelleşmişti artık Kore Savaşı. Bütün şehir halkı Kore Savaşı'nı konuştuğu gibi, bütün Türkiye konuşuyordu. Hatta bütün Dünya Devletleri de...

Otobüsün üzerindeki Türk Subayı, Efendi Ağa'nın oğlu Bedri Teğmen'di...

Bedri Teğmen, Kore Savaşı'nda çarpışan, destanlar yazdıran Türk Subaylarından yalnızca birisiydi. Arslanlar gibi savaşmış, göğsünde madalyası ile, şanlı Türk Bayrağı ile, Gazi olarak yurda dönmüş ve baba ocağına kavuşmuştu.

Bedri Teğmen'in, Kore Savaşı'ndan sonra önce Ankara'ya geldiğini haber alan Efendi Ağa, Celal Güçlü'nün bir otobüsünü kiralamış, bir otobüs dolusu, eş-dostu, hısım-akrabası ile Bedri Teğmen'i karşılamaya gitmiş, önce Ankara'da kucaklaşmıştı Bedri Teğmenle. Ankara'da sarılmış, hasret gidermişti. Sevinç gözyaşlarının ilkini Ankara'da akıtmıştı. Ve Ankara'dan Çorum'a kadar sarmaş-dolaş gelmişlerdi bunca uzun yolu.

“TIKI” ADLI KURBANLIK

Efendi Ağa bugün çok sevinçliydi. O kadar çok sevinçliydi ki, uçuyordu sevincinden. Ömründe en çok sevinci bugünlerde yaşıyordu. Kore Savaşı'na ölüme gönderdiği Bedri Teğmen sağ-salim dönmüş, oğluna kavuşmuştu Efendi Ağa. Bir babanın en büyük sevinci, en çok mutlu olduğu bu olsa gerekti. Efendi Ağa'daki mutluluk ve sevinç işte buydu.

Bir gün önce bir adamını köye göndermiş, "Çabuk git, yarın Tıhı'yı al gel" demişti. Kurban adamıştı Efendi Ağa oğlu için. "Oğlum sağ-salim dönerse, çiftlikteki en büyük tosunu kurban keseceğim" demişti.

Ağaoğlu'nun adını "Tıhı" koyduğu, yazıda doğup titreyerek kağnıda gelen cılız, zayıf dana, çiftliğin sığırlarının içinde en iyi tosun olmuştu. Buna karşın adı hâlâ "Tıhı"ydı.

Ağaoğlu askere gitmeden önce Tıhı ile konuşurken! "Ulan Tıhı, ben sana Tıhı dedikçe, sen inadına boy attın. Ben Tıhı dedikçe sen inadına kuvvetlendin. Tosunların en iyisi oldun. Ben Tıhı dedikçe sen inadına büyüyüp irileştin. Aferin lan Tıhı (Tıkı). Verdiklerimi inkar etmedin..." derdi.

İşte şimdi o Tıhı kurbanlığa seçilmişti. Ağaoğlu askerde olmamış olsaydı, o da Tıhı'yı seçerdi hiç şüphesiz. Tıhı'nın kurban edildiğini duyunca, Ağaoğlu da çok sevindi. Helal olsundu ağabeyisi için bir değil, bin Tıhı. Az mı gözyaşı dökmüştü ağabeyisi için. Bir daha ebediyen birbirlerini görememe korkusuyla o son sarılışları, hâlâ gözünün önünden gitmemişti. Şimdi sağ-salim gelmişti ya ağabeyisi, o her şeye değerdi. Bütün gençlik sorunlarını ağabeyisi ile paylaşmıştı. Gelecekte yapacaklarını ona anlatmış, birlikte onaylamışlardı.

Bundan sonra da öyle olacaktı, onu kendisine önder yapacak, hayal ettiği, ağabeyisi ile birlikte oluşturduğu düşünceleri bundan sonra yine ağabeyisi ile yaşama geçirilecek, yaşantı yine hep birlikte devam edecekti...