Birkaç sene önce Pendik Yunus Emre Kültür Merkezinde Aşiyan korosuyla bir konser verdik. Konser arasında bestekâr Erol Sayan ve bestekâr Ülkü Aker’le söyleşi yaptık.
Konser sonunda Erol Sayan ve Ülkü Aker’le beraber omuz omuza, sözleri Enis Behiç Koryürek’e bestesi Erol Sayan’a ait çok sevdiğim şu güzel Rast şarkıyı söyledik.
Geçsin günler haftalar, aylar, mevsimler, yıllar,
Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın,
Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses,
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın…
Sahneden inerken Erol Sayan hocama, “Hocam yüzüme dikkatle bakar mısınız?” dedim. “Hayırdır Mehmet!” dedi. “Hocam beni size benzeterek imza istiyorlar, ne yapayım?” dedim. Gerçekten benziyorsun Mehmet, imza verebilirsin” dedi.
Cumhuriyetin sevilen yazarlarından Enis Behiç Koryürek hiç inanmadığı halde arkadaşlarının zoruyla katıldığı bir ruh çağırma seansında, gelen bir ruh kendini Çedikçi Süleyman Çelebi olarak tanıtır.
Enis Behiç,”Mevlidi yazan Süleyman mı? diye sorar. Ruh” Hayır” der, anlatır. O 1600’lü yıllarda yaşamış Mevlevi dergâhına bağlı bir derviştir. Aruzla yazılı divanı da vardır. Enis Behiç seanstan sonra arkadaşı Ruşen Eşref’e mektup yazarak böyle bir şairin olup olmadığını Beyazıt kütüphanesinden araştırmasını ister.
Ruşen Eşref cevabi mektubunda bilgileri doğrular.
O mektuptan sonra öteki dünya ile pek ilgisi olmayan Enis Behiç’in hayatı değişir.
Çedikçi Süleyman Çelebi’nin ruhu ile defalarca görüşür. Onun şiirlerini kaleme alır. Onun söylediklerini Varidat-ı Süleyman adını verdiği bir kitapta toplayıp 1949’da bastırır. (Çok merak ettiğim bu kitabı hemen arayıp bulacağım.)
Enis Behiç o seansların birinde “Ruh nedir?” diye sorar. Süleyman Çelebi de, “ Merak mı ediyorsun? Yaz öyleyse deyip aşağıdaki dörtlüğü dikte ettirir.
Arş-ı âlâdan inip âlem-i menhusa geçer,
Arz-ı fânide beni Ademde mahpusa geçer,
Öyle bir nur-u hüdadır ki karar eyleyemez,
Eski fânusu kırıp yeni fânusa geçer…
Süleyman Çelebi’nin dörtlüğünü konuştuğumuz Türkçe’ye biraz uydurursak şairin Enis Behiç’e şunu söylediğini görürüz.
Ruh dediğin gökyüzünün yüksek katından gelip bu uğursuz âleme geçer, / Fâni hayatta insan bedenine hapsolur . / Ancak Allah’ın öyle bir gizemli nurudur ki o bedende kalmaya karar eyleyemez. / Eski bedenden çıkıp yeni bir bedene geçer.
Rahmetli Mustafa Koç’u uğurlayanlar, kim bilir içlerinden nasıl sorular geçirdiler, onu bilemem ama benim aklımdan Süleyman Çelebi’nin gizemli ruh tarifi geçiyordu.
İçinde bulunduğu fânusta karar eyleyemeyen sevgili Mustafa Koç acaba nasıl bir fânusa geçmişti?
Enis Behiç’le ilgili yazı, yazılarını zevkle okuduğum Hürriyet gazetesi yazarı Selahattin Duman’a aittir.
Ben ruhu can olarak algılıyorum. Şeyh Gâlip üstad ise can ışığını şöyle tarif ediyor.
Öyle bir şulesi var ki şem-i canın / Fânusuna sığmaz asumanın.
Vahdetname adlı şaheserinde üstad Harâbi ruhun üzerindeki esrar perdesine şöyle bir yorum getiriyor.
Bu sözleri sanma he insan anlar / Kuş dilidir bunu Süleyman anlar,
Bu sırrı müphemi arifan anlar, / Çünkü cahillerden pinhan eyledik…
(Pinhan=gizleme, saklama)
Yüce Mevlana hazretleri ise bu gizemli sırrı müpheme şöyle bir yorum getiriyor.
Dün gece üstadıma sordum kaç kez, / Bana bu dünyanın sırrını şöyle tez,
Cevap verdi üstadım gülerek, / Bu sır bilinir, ancak söylenemez…