Her ne kadar halkımız “resmi daire” gibi algılasa da, bankalar, ister kamuya ait, ister özel olsun, “kâr amacı güden” finans kuruluşlarıdır. Faaliyetlerinde kârlılığı esas almaları son derece doğaldır. Hatta, geçmişte örnekleri görüldüğü üzere, kamu bankalarının “görev zararı” adı altında milli bütçeye yük çıkarmaları da kabul edilemez.
Ancak, liberal ekonominin genel kuralları çerçevesinde, bankaların, üretimin ve ticari yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük sorumlulukları da vardır, olması gerekir. Zira, bankalar da aynı geminin içindedir; ülkenin genel ekonomik yapısında bozulmalar meydana gelecek olursa, bundan bankaların da etkilenmemesi düşünülemez.
Yerelde görev yapan bankacılar, iş dünyasının, esnafın nabzını çok iyi tutarlar. İyi diyalog içindedirler. Bu sayede de, Çorum’un “Anadolu Kaplanı” olduğu dönemde pek çok örneği görüldüğü üzere, yeni oluşumları, ortaklıkları ve yatırımları özendirici, cesaretlendirici bir işlevi yerine getirirler. Ticari büyümeye, sanayileşmeye katkı sağlarlar.
Ne var ki, banka yönetimleri son dönemde, yöresel ve insani duyarlılıkları bir kenara bıraktılar. Yıl sonundaki milyarlık kâr hesaplarını her şeyin önüne koyup, tüm ipleri merkezde topladılar. Böyle olunca da, “hâlden anlayan” dost bankacının yerini, merkezden dayatmacı ve hoşgörüsüz bir anlayış aldı.
Bunun sonucunda bankaların kârlılık oranları çok yükseldi, ama ne yazık ki, Anadolu sanayicisi, tüccarı, esnafı, işadamı elden gidiyor! Piyasalar “darboğaz” sözcüğüyle de tanımlanamayacak derecede sıkıntılı. Devlete sırtını dayamış olanlar dışında, tüm iş alemi zelzeleye tutulmuş gibi sarsılıyor. Pek çok ticari ve sınai işyeri, görüntüyü bozmamaya gayret gösterse de, gerçekte “ekside”.
Ülkeyi yönetenlerin, önce, ekonomiyi uçurumun kenarına getiren iç ve dış politikalarını gözden geçirmeleri ve gerekirse politika değişikliği pahasına “rahatlatıcı” gelişmelerin önünü açmaları zorunluluğu var. Ama, bankaların da, “kâr”, “sadece kâr” odaklı politikalarını gözden geçirmelerinin zamanı gelmedi mi?