“Doksan üç Savaşı olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Tuna boyundaki Plevne’de Gazi Osman Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusunun, Rus kuvvetleri karşısında gösterdiği kahramanlık örneği olan savaşların tümüne Plevne Savaşları denilmektedir” (Okul Ansiklopedisi)

“Plevne Savaşları, Osmanlı Tarihinde “Doksan üç Harbi”(1877-1878) denilen Büyük Türk Rus savaşında Rumeli cephesinde geçen en önemli çarpışmadır. Kuzey Bulgaristan’da Plevne Kalesinde Kuşatılan Muşir Gazi Osman Paşa, bu çarpışmalarda Ruslar üzerinde büyük zaferler kazanmış, savunma savaşında yeni ilkeler getirerek modern tarihin en büyük askerleri arasında yer almıştır….” (Hayat Ans.)       

*

Maksadım, Plevne Savaşlarını anlatmak değil. Plevne Savaşları olarak tarihe geçen bu hâdise, Türk Tarihinin Çanakkale Boğaz Harbi gibi şanlı bir sayfasıdır. Tıpkı Boğaz Harbi gibi, çok şiddetli bir çarpışmalar dizisidir. Karşılıklı çok büyük kayıplar verilmiştir. Burada da düşman kuvvetleri, araç gereç, silah ve asker sayısı olarak çok üstündür. Bir fark var ki Plevne’de netice olarak savaş kaybedilmiştir. Ne yazık ki böyle bir müthiş müdafaa (savunma) savaşı tarihçilerimiz tarafından, televizyoncular ve sinemacılar tarafından işlenmemekte, halk aydınlatılmamaktadır. Asıl işlenmesi ve gösterilmesi gereken tarih, ister kaybedelim, ister kazanalım, bu ve bunun gibi önemi olan olaylardır. (Muhteşem Süleyman diye şu aylarda halka yutturulan filmin neresinde muhteşemlik varsa, bana biri göstersin! Tarihi değiştiren adamların hanımlarının hayatı, kadınlarının dedikodusu, kaprisi tarih değildir.Bunları bilmek halka gerekmez.)

*

Biz galiba öğünmeyi ve öğülmeyi (imlâ kılavuzunda ‘öğün’ ve ‘övün’ ikisi de var) seviyoruz. Sonuçta yenildiğimiz Plevne Savaşını irdelemek, dersler çıkarmak ve o savaşı artı & eksi bütün gerçekliğiyle yeni kuşaklara film, roman ve tiyatro olarak sunmak yerine sadece o savaşın gerçek üstü kahramanını “Osman Paşa sen çok yaşa” diyerek marşlar ile övmekle yetiniyoruz. Tarih tekerrürden ibarettir ve ders almak gerekir. Zamanında ders almayanlar, ders aldıkları zaman ne yazık ki sınıfta kalmış olurlar.  Maalesef biz,  200 yıldır ders almıyoruz ve yüzüncü kere sınıfta kalıyoruz. Bu günler dahi yine sınıfta kaldığımız yıllardan biridir.

*

Bendeniz bugün, uzun uzun sınıfta kalma sebeplerimizi ve bize neye mâl olduğunu yazmayacağım. Yüzüncü yılını yaşadığımız ama haberimiz olmayan ve ilgilenmediğimiz büyük bir acımızı arz edeceğim.

*

BALKAN GÖÇLERİ’NİN

100 NCÜ YILI

1912 başlamış hâlâ devam etmektedir. Keşke tarihçi olsaydım, bu yazıyı başka türlü yazma imkânım da olurdu. Ancak biz de elimiz ve dilimiz döndüğünce bir şeyler arz etmeye çalışalım. Balkan kıpırdanmaları, Plevne Savaşları’ndan 60-70 yıl önce 1810-1820’lerde başlamıştı. 60- 70 yıl boyunca gerekli tedbirlerin alınamaması (ki asıl sebep, geri kalmışlığımızdır) yüzünden, Plevne Savaşları’na gelindiğinde zaten birkaç bölge elimizden çıkmıştı bile. Balkanlarda Türkler aleyhine kıpırdanmalar artmış, için için kaynayan kazana dönmüştü. Rusya ve Tüm Avrupa her türlü etnik ve ayrılıkçı hareketi destekler iken, Osmanlı Devletine de bunlara baskı yapma diye baskı yapıyorlardı.

Üstelik bizatihi, Avrupa’nın ve Rusya’nın bazen müşterek, bazen ayrı ayrı saldırılarına maruz kalıyorduk. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşına (93 Harbi’ne) gelindiğinde BALKANLAR ARTIK fokurdamaya başlamıştı bile.

O zaman da, bugün gibi yöneticilerimiz faka basmıştı. (Basmak zorunda bırakılmıştı) Basmıştı çünkü her cihetten Avrupa’dan geri idik. Onlar, su nasıl kaldırır? Elma neden yere düşer? Şimşek nasıl çakar, yıldırım nasıl düşer? Kar ne, dolu ne, çiğ niye düşer?  Velhasıl Avrupa teokratik sistemi aşmış, bilimsel ve hür düşünceyle, tabiat olaylarının nasıl ve nedenselliğini çözmeye başlamış. Teleskop ile göklere çıkmış, mikroskop ile yerlere inmiş. Kol gücü ile geliştirdiği makineleşme çağını, buhar, barut ve elektrik gücü ile birleştirip teknolojide küçük küçük sanayi hamleleri yapıyor. İcat ve keşiflerde yaptıkları rekabeti, maraton mesafesinden, 1500 metreye indirmişler.

*

Tabiat olayları, sağlık, siyaset ve savaş ilminde koşar adım yarış yapıyorlar. Devlet de bu yarışları takip ediyor ve destekliyor. Çünkü yapılan her keşfi ve buluşu, harp sanayiinde düşmana karşı kullanmak derdinde. Avrupa bu minval üzere iken biz ne yapıyorduk?

 

 

(SÜRECEK)