Corona belası nedeniyle, dışarı çıkamaz olduk ya; çalışma odama kapandım; yazmayı da askıya aldım; sadece okuyorum.

Corona belasından önce, bir kitabı, iki haftada zar zor bitirirdim.

Şimdi bir kitabı; üç, bilemedin dört günde bitirir oldum.

Hem okuyor, hem de temizlik yapıyorum kitaplığımda.

… …

Gün olur okurum düşüncesiyle öyle çok kitap almışım ki; o kitapları eritmeye çalışıyorum bugünlerde…

Kolay olmuyor tabii ki…

Çünkü her kitap, aynı zevkle ve aynı hazla okunmuyor.

Yazardan yazara fark var çünkü.

Bir şiirsel dilli, akıcı dilli yazar var; bir de ağdalı, hantal dilli yazar…

Bir okurunu düşünerek, kitabını kaleme alan yazar var; bir de sırf yazmış olmak için, kendini tatmin için kitap yazan yazarlar var.

Her yazar bir olmuyor yani.

Elbette kolay bir iş değildir, birikimlerin kitaba dönüştürülmesi.

Ancak ben, birikimlerini kitaba döken her yazarın; bu işlevini yerine getirirken, öncelikle okurunu düşünerek kaleme alması gerektiğine inananlardanım.

Bir kitabı, şiirsel ve akıcı bir dil, “elden ve dilden düşmeyen kitap” yapar.

… …

“Akıcı ve şiirsel dil” denince aklıma ilk gelen isimlerden biridir Aziz Nesin.

Bugün bu köşede, kitaplarının tümünü (hem de birkaç kez) okuduğum, bu büyük mizah ustası yazarımızı anmak ve ondan söz etmek istiyorum.

* * *

Aziz Nesin, bir mizah yazarından çok daha fazla özellikleri olan, özel bir insandı.

Olağanüstü bir yeteneğe, son derece kıvrak bir zekaya sahipti.

Sağlam bir din eğitimi aldığı; daha 11 yaşında iken; Kuran’ı Kerimi ezbere okuyan bir hafız olduğu anlatılır.

1935 yılında Kuleli Askeri Lisesini, 1937 yılında da Ankara'da Harp Okulu'nu bitirmiş; üsteğmen rütbesindeyken; “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırılmıştır.

Çünkü kendisine verilmiş orduya ait bir çift postalı, çıplak ayaklı bir köylüye vererek çok büyük bir suç işlemiştir!

İşlediği bu ağır suç(!) nedeniyle; 10 ay ağır hapse, 3 ay 10 gün de Bursa’da gözaltında bulunma cezasına çarptırılır.

Bursa sürgünü sırasında, çok aç kaldığı günlerde; geceleri, atık çöp kovalarını karıştırarak karnını doyurduğu günler olduğunu anlatır.

1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Yasası aşamasında; pek çok kişinin, kendilerini yücelten(!); örneğin, tembellerin ‘çalışkan’; eli sıkıların, ‘eliaçık” gibi soyadları aldığı bir dönemde; Aziz Nesin’in, sen kimsin, ne işe yararsın anlamında “NESİN” soyadını alması, beni çok etkilemiştir.

Rahmetlinin yaşamında beni etkileyen bir başka kesit de; “Ülkemiz halkının, % 60’ı aptaldır” dediğinde; bir doktorun, kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle, Nesin’i mahkemeye vermesi; Nesin’in de; o kıvrak zekâsıyla kendisini savunması olayıdır.

Nesin, avukatsız katıldığı mahkemede kendisini şöyle savunur.

“Evet Sayın Yargıcım, doğrudur. Bu ifade bana aittir. Ancak ben bunu % 60’lık kesim için söyledim. % 40’lık kesim için böyle bir şey söylemedim ki. Bu beyefendi, kendisinin % 60 çoğunluğun içine girdiği fikrine nereden ve neden kapılmış ki acaba?” der.

Bunun üzerine yargıç da, dönüp, davacı doktora sorar.

“Davalının beyanını işittiniz. Davalı Aziz Nesin’in, davaya konu malum ifadesiyle, sizi kastettiğine ilişkin bir kanıtınız var mı?”

Davacı doktor, ıkınır sıkınır, verecek bir yanıt bulamaz…

Yargıç, Aziz Nesin’in aklanmasına karar verir.

Ama bu olayda, dillendirmeye değer olan şey, olayın finalinde yaşanan diyalogdur.

Duruşma çıkışında Aziz Nesin, gazetecilere şöyle bir demeç verir; “Gördünüz ve tanık oldunuz. Ülkemiz insanlarının %60'ının aptal olduğu, mahkeme kararıyla da onaylanmıştır.''

… …

Yaşamının her döneminde mütevazı yaşam tarzı sürdüren Aziz Nesin, gün olmuş, dünyanın en çok kazanan yazarları arasına girmiş, ama hiç özel arabası olmamış; hiç özel arabaya binmemiş, hep halk otobüslerini kullanmayı yeğlemiştir.

Kitaplarından sağladığı gelirle; yüzlerce çocuğun yeme, içme, barınma, giyinme ve okuma gibi gereksinimlerini karşılayan ve halen faaliyette olan Nesin Vakfı’nı kurmuştur.

Kıl payı kurtulduğu Sivas katliamından bir süre sonra; hakkında idam kampanyalarının düzenlendiği bir dönemde; "Aziz Nesin'i öldürene 250 bin dolar vereceğim" diyen iş adamı Mehmet Ali Şadoğlu'na; "Sen o parayı Nesin Vakfı’na ver, ben kendimi öldürürüm..." diyecek kadar mizahî ve cesur bir kişiliğe sahiptir.

Yeri doldurulamayacak bu büyük yazarın, ne kendisinin, ne de çocuklarının; hiç arabası, yalısı ve gemicikleri(!) olmamıştır.

Ve kurduğu vakıfta yetişen çocuklar, hiç bir şekilde tacize maruz kalmamıştır. Cenazesi, vasiyeti üzerine; Vakfın bahçesine, üzerinde çocukların oynamasına engel olmayacak bir şekilde defnedilmiştir..

Işıklar içinde uyusun.