Azgelişmiş bir ülkede, olumsuzluk adına ne ararsanız, bulursunuz…

Adı üzerinde, azgelişmiş bir ülkedir çünkü orası…

Rezilliğin bini bir paradır; nereye, ne yöne baksanız, görür ve yaşarsınız o rezilliği…

Dahası, azgelişmiş ülke insanlarının büyük bir bölümü de azgelişmiştir. Pek çok konuda yetersiz olan bu insanlar, yaşadıkları ortamları da kendilerine benzetirler…

Böyle ülke(ler)de, rezillik, kepazelik, müptezellik ve de her bir şey diz boyudur.

Örneğin nankörlük, diz boyudur.

Çıkar uğruna sağa sola ve de geçmişe, yalan yanlış iftira atmak diz boyudur.

Yalan, talan diz boyudur.

Hırsızlık, yolsuzluk, arsızlık diz boyudur.

Aktöresizlik (ahlak), her tür konuda, her bir şeyi kötüye kullanım (suiistimal) diz boyudur.

Kalemini satmak, meslek etiğini satmak, “öyleymiş gibi yapmak” diz boyudur.

Saygısızlık, sevgisizlik diz boyudur.

Ve yalakalık…

Özellikle de bu yalakalık, diz boyundan da öte, iğrenç boyutlardadır bu tür ülkelerde.

Ve ne yazık ki; ülkemiz de o kategoriye giriyor.

Açın televizyonunuzu, geçin karşısına; dillendirdiğim bu kepazeliklerin tümünü görür, yaşarsınız.

… …

Televizyonlarda açık oturumlara katılan malum katılımcıları izlerken nevrim döner benim… Adlarının başında, ettiği laflarla ve de savunur göründüğü fikirlerle bağdaşmayan sıfatlar bulunan o koca koca adamların, o koca koca hatunların; İktidara ve onun genel başkanına yaranacağım diye, utanmadan sıkılmadan kılıktan kılığa girmesi, çıldırtır beni…

Bu programlarda yalakalık, diz boyundan da ötedir…

* * *

Aslında yalakalığın kitabı, darbe günlerinde yazılmıştır.

Günümüz yalakaları, o günlerin yalakalarını ve yalakalıklarını öykünür.

İşte bugünlere örnek olan, o günlerden bu günlere katlanarak gelen yalakalık örnekleri.

… …

Darbenin lideri Kenan Evren, bir gün balık avına çıkar.

Hiç balık yakalayamamasına karşın; o günün havuz medyası(!), “Evren Paşa, dosta düşmana balıkçılık dersi verdi” diye, sekiz sütuna manşet atar. (Herkes de inanır bu yalana…)

… …

Yine Evren Paşa bir gün, Marmaris’te, arkasında 150 – 200 kişilik bir ekiple keklik avına gider. Paşa, bir keklik görüp (daha doğrusu gördüğünü sanıp) ateş eder. Eder ama gördüğü keklik değil, o rüzgârda uçuşan poşetlerden biridir.

Dört bir yandan keklik getirir diğer avcılar(!), “Paşam, siz vurdunuz!” diye…

Paşa, “Nasıl olur; ben o tarafa ateş etmedim netekim değil mi Necdet?” dediyse de; arkasındaki yalaka güruhu, “Olur mu Paşam, bal gibi o tarafa ateş ettiniz ve siz vurdunuz keklikleri! Ne müthiş, ne keskin nişancıymışsınız meğer siz!” diye alkış tutarlar…

Paşa bile inanır vurduğuna…

… …

Paşa, gün gelir, resme merak sarar; resim yapmaya başlar.

“Kadın ve güzellik” adını verdiği bir tablo yapmaya çalışır ama ortaya çarpık bacaklı, bıyıklı ve de sakallı bir kadın portresi çıkar. Bu resmi almak için, yalakalar birbirine girer, astronomik rakamlar havalarda uçuşur…

Paşa bile, “Yapmayın, etmeyin; bu tablolar benim acemilik dönemimin ürünleri, bu tablolara o paralar verilmez…” demesine karşın; o tablo, BMV fiyatına alıcı bulur ve diğer tablolarıyla birlikte iki saat içinde kapanın elinde kalır.

O müzayedede, müzayedeyi yöneten(!) zat; “Şimdi de Paşa Hazretlerinin en özel ve de en güzel “karpuz tablosunu”, açık artırmaya sunuyorum deyince; Paşa itiraz eder; “o karpuz değil, erik…” diye…

Yalakalar hemen atılır; “Paşam, çok şakacısınız! Bal gibi karpuz çizmişsiniz; hem de çok güzel çizmişsiniz” deyip, gevrek gevrek gülerler ve ne tür bir meyve olduğu anlaşılmayan tabloyu satın almak için; pey üzerine pey sürmeye, başlarlar…

* * *

Bu yalakalıklar, ne ilktir ne de son…

Her konuda azgelişmiş bu coğrafyada, ne yalakalar biter, ne yalakalıklar…

Nitekim de bitmiyor. Bitmediği gibi de şekil şemal değiştirerek varlığını sürdürüyor.

Yalakalığın, günümüzde zirve yaptığını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Ne yana dönseniz, nereye baksanız onları görürsünüz.