Kalktım Alembeyli köyüne gidip sorarak, yazıda, davar güderken buldum ağabeyimi. Hoş beşten sonra parayı sordum. Ağabeyim gayet sakin ve pişkin bir tavırla:
“Borcum vardı, harcadım” dedi.
“Ne borcu ağabey? O kadar borcu kime, ne için yaptın?” dediysem de aynı yanıtı aldım yine..
“Borcum vardı harcadım. Para yok” dedi.
Boğazına mı sarılaydım, ne yapaydım? Ağabeyimdi, kardeşimdi benim. Yapılacak bir şey yoktu. Onca çalışmamın karşılığı olan param uçup gittiği gibi, düğün yapma umutlarımı da götürmüştü böylece. Hiçbir şey söylemeden geri köye döndüm.
Ağabeyimin bana attığı kazık, düşmandan da beter kardeş kazığıydı. Yeniden gurbete çıktım, para kazanmaya.
Gurbet dönüşü kazandığım parayla 1966 yılının son ayında nişanlandığım teyzemin torunu Melek’le düğünümüzü yaptık. Ayrı eve çıkacak ekonomik olanağım yoktu. Çaresiz olarak babamlarla birlikte iki yıl oturmak zorunda kaldık.
Gurbette çalışarak, kazanılan parayla köyde geçim yapmak, yaşamak mümkün değildi. İlerde çoluk çocuk olduğu zaman geçim daha zora girecek, dünya burnumuzdan gelecekti. Bir çıkış yolu bulmalı, geleceğimi de güvenceye almalıydım. Ama nasıl?
Uzman çavuş olarak askeriyede teskere bırakmadığıma bin pişmandım, ama iş işten geçmişti. Günler geceler boyu bu iş bulma düşünceleriyle boğuştum durdum. Sonunda kararımı verdim. Devlet kulpunda bir iş bulmalıydım. Bu o kadar da kolay değildi ama. Köyde durarak iş gelip kendisi seni bulacak değildi ya.
O yıllarda köyünden çıkıp gurbet elde iş bulup devlet kulpunda çalışan pek kimse yoktu köyümde. Onun için bir tanıdık bildiğin delaleti ve yardımı olmadan da bu işlerin öyle kolay olmadığını da biliyordum. Ama ben de zoru başarmalıydım. Bu arada zaman zaman Ankara’ya gidip inşaatlarda şurada burada çalışıyorum. Bu geçici işlerin de sonu yoktu. Allah esirgesin, bir kazaya mazaya uğrasak sigortası yok. Bakan olmaz, meydanda kalırız. İlla da geleceği garantili sigortalı bir iş ya da devlet kulpu diye düşünüyorum hep.
“Hele dur bakalım. Gün doğmadan neler doğar. Allah kerim demişler.” Demişler diyorum kendime ama bir türlü de bir yere giremiyoruz.
28 Aralık 1968 günü 1969’ girmeye üç gün kala, Ramazan ayı Kadir Gecesinde ilk oğlumuz dünyaya geldi. O nedenle adını Kadir koyduk. Kadir ilk gözağrımızdı. Nüfusumuz arttıkça geçim daha da zorlaşacaktı. Eşinden ve çocuğundan uzakta, gurbette, çalışılıp kazanılan parayla ne zamana kadar geçim sağlanabilirdi ki?
ANKARA’YA TAŞINIYOR,
BİR GECEKONDU YAPIYORUM
Sonunda, uğraşılarım sonuç verdi. Bir tanıdık aracılığıyla 1970 yılında Ankara’da, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde açılan bir sınava girerek kazandım. Aynı yılın beşinci ayında da hizmetli olarak göreve başladım. Ardından Mamak’ta 29 Ekim günü iki oda bir aralıktan oluşan bir ev kiralayarak, eşimi ve çocuğumu da köyden Ankara’ya taşıdım. Ev kirası aylık 50, maaşımsa 450 liraydı. Oğlum Kadir 2 yaşındaydı o zaman. O evde bir yıl oturdum. 1971 yılında bir oğlumuz daha oldu. Adını Bilal koyduk.
1972 yılıydı. Yine Mamak semtinde bir hazine arsası bulup satın aldım. Bir gecekondu yapmaya koyuldum. Ev yapmak için aldığım malzemeyi takside bağladım. Artık gözüm iyice açılmıştı. Yaşadıklarımla oldukça deneyim kazanmıştım O zaman belediye zabıtaları yapılan gecekonduları yıkıyorlardı. Onun da adamını bularak gecekondumu yıkımdan kurtardığım gibi, tamamlayarak içine taşındık. Kira evinden de kurtulmuştuk böylece. Eşim ve iki oğlumla mutluydum.
Hafta sonları, cumartesi pazar günleri Ulus’a işçi pazarına gider, inşaatlarda çalışırdık. O yıllar makineleşme tam gelişmediği için çok iş bulunurdu. Kazma kürek işi çoktu inşaatlarda. Ev geçimine önemli katkı sağlardı hafta sonu çalışmalarımız.
Ekonomik yönden pek sıkıntımız kalmamıştı. Dairemde akşam işim bitince koşarak geliyorum evime. Eşim ve çocuklarımla mutluyum. Eşim bana. onca yokluk yoksunluk günlerimizde hep destek vermiş, birlikte omuzlamışız yaşamın yükünü.. Bir günden bir güne şikayetçi olmamış. Hep güvenmiş bana. Sevgiyle sarılmış. Evimizi yaparken bile hiç “of” demeden, benimle birlikte bir işçi gibi çalışmış. Ekmeğin yavanını içine yağlısını dışına dürmüş, sıkıntılarını dışa vurmamış hiç. Birlikte karşı koymuş yaşamın zorluklarına. Ve sonunda başarmışız.
Köyden gelmişiz. Başımızı sokacak iki göz bir fakirhane yapmışız ya, bir yanımız köy, köylü. Köyden gelen giden de eksik olmuyor. Yeme içme konusunun sözü bile olmaz. Konuk nasibiyle gelir demiş atalarımız. O konuda hiç yüksünmemişizdir. Ancak, en büyük sıkıntımız geceleri konuk ağırlamaktı. Çünkü iki kat yatağımız var. Birinde biz, diğerinde çocuklar, yatmakta.
O zaman iki yatağımızı konuklara verir, biz somyada, battaniye altında yatardık çocuklarla.
Bakanlıktaki işimden memnundum. Bir yılı tamamlamıştım. Bu arada Bakanlığın emektar boyacısı Kamil Balcı Usta benim çalışmalarımı beğenmiş; beni yanına aldı. Hizmetlilikten ayrılarak, yine Bakanlık bünyesinde ve onun yanında boyacılığa başladım. Yanında bir kişi daha vardı. Böylece üç kişi olduk. Kamil Usta boyacılığı Almanların yanında öğrenmiş. Boyacılık sanatının inceliklerini bize de öğretti. Bizi evlere de badana, boya yapmaya götürürdü zaman zaman.. Maaş dışında kazandığım bu parayla hiç olmazsa mutfak masrafını çıkarıyordum.
(SÜRECEK)