Odaya gelenlerin işi gücü yok. Üstelik yetişkin insanlar. Geç vakte kadar oturuyor, söyleşiyorlar; sigara üstüne sigara içiyorlardı. Bense sabahtan akşama kadar davarların otu, hayvanların yemi samanı, altlarının üstlerinin temizliği, uzaktan eve, odaya su, odun taşıma derken yoruluyorum. Çocuk bedenim bu ağır yük altında eziliyor. Dinlenmek, zamanlıca yatıp uyumak istiyorum ama odaya oturmaya gelenlere hizmetten buna fırsat bulamıyorum ki. Gündüzden çok yorulmuş olduğumdan uykum gelir, adanın bir köşesine kıvrılır orada uyuya kalırdım. Ancak onlar gittikten sonra yatağımı serip yatabilirdim.
Bastıran kış nedeniyle mal gütme işi bahara kaldı ama bizim işler biter mi? Bitmez elbet. “Şeytan azapta gerek” dedikleri gibi, “Azap Haydar da azapta gerek”. Havalar geceleri dona kesiyor.. O zaman işim daha da zorlaşıyor. Yollar, sokaklar çatır çatır buz oluyor. Herkes zorunlu olmadıkça evinden dışarı çıkmıyor ama kendini gördürecek işler nedeniyle soğuk, kar tipi varmış demiyor. Köy yerinde millet yine de görülecek işinin peşinde.
Köyde tüm evler toprak damlı. Salt cami ve okulun çatısı oluklu tuğlayla kapatılmış. Kar yağdıkça toprak damlı evlerin üzerlerinin karı kürelenecek. Yoksa kardan çatılar çökebilir.
Kazım Ağanın evinin, ahırının, samanlığının, örtmesinin üzeri de toprak damlı. Ağayla birlikte küreliyoruz dam üstlerinin karlarını. Bu oldukça zamanımızı alıyor. Ellerim, ayaklarım donuyor. Sızım sızım sızlıyor. Ağlıyorum çoğu zaman acısından.
Her sabah bir kilometre uzaktan eşekle, çam seneklerle eve içme suyu taşıma işi de canıma tak ediyor. Ardından hayvanların altlarının dışkısının temizlenmesi, kuru gübreyle kurulanması, yeminin samanının verilmesi. Öğleyin dereye indirilerek sulanıp getirilmesi, yerlerine bağlanması da çok yoruyor beni. Soğuk havalarda işim daha da zor.
Bunları yaptıktan sonra odanın sobasının yakılması da benim işim. Millet kış avaralığında zaman geçirecek yer arıyor. Özellikle öğle sonundan geçe yarılarına kadar oda dolup taşıyor. Millet namaz vakitlerinde, bir de yemek zamanlarında evine gidip karınlarını doyurduktan sonra yeniden geliyor. Eskilerin deyimiyle “Söz sözü, söz dönüp sigara tabakalarını açıyor.” Oda dönüyor porsuk boğmasına. Soluk alınacak durum kalmıyor içerde.
Bu kış günleri yaptığım işler nedeniyle karabasan dolu günlerdi benim için. Günler birbirinin benzeri planlanıp programlanmış gibi hep aynı işleri yapıyorum.
Bahar dönemine kadar yoğun ve çetin bir kış yaşadık. Bu süreç içinde ben de bir iki kez üşütüp hastalandım. Hasta hasta sürdürdüm işlerimi. Hele de birisinde öyle az buz hastalanmadım. Ne yemek yiyebildim. Ne yattığım yerden doğrulabildim. Hastalığımın şiddetinden baygın yatmışım üç dört gün. Ateşler içinde yanmışım ağız dil vermeden. Küçük ablam bakmış bana. Ayrılmamış yanımdan. Kendime geldiğimde o başucumdaydı. Beni ölecek diye çok korkmuş. Olan çocukları da hep öldüğü için, çocuklara karşı çok duyarlıydı. O nedenle, bana karşı da çok merhametliydi. Onun bakımıyla çabucak iyileşmiştim. Bana öz annemmiş gibi davranıyordu.
Sonunda o çetin, soğuk kış günlerini geride bıraktık. Havalar ılıdı, karlar eridi, yeniden bahar geldi. Yazı yaban yeşile ve renk renk çiçeğe büründü. Koyunlar kuzulamaya, tavuklar da yumurtlamaya başladı. Ben de yeniden hayvanları gütmeye çıkardım. Çoban arkadaşlarımla yine yazıda yabanda birlikte olmaya, oyunlar çıkararak, eğlenmeye, yaşamımızı şeneltmeye, en küçük güzelliklerden kendimize sevinç ve mutluluk çıkarmaya başlamıştık.
Kazım Ağa’ya azap olarak verileli altı aydan fazla bir zaman olduğu halde babam beni yoklamaya hiç gelmemişti. Akşamları odama yatmak için çekildiğimde, unutulmuş, azıtılmış, terk edilmiş duygusuna kapılıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ben onları; anamı, babamı, ağabeyimi, bacılarımı göresiyorum da onlar beni hiç mi özlemiyorlardı? Beni unutmuşlar mıydı? En kötüsü; babam beni Kazım Ağa’ya satmış mıydı? Karşılığında ne kadar ekin almıştı acaba? Diye düşünüyorum. Bu tür düşünceleri kafamdan silemiyordum. Bu ne biçim babalıktı, bunu da bir türlü anlayamıyordum.
Baharın gelişiyle birlikte tüm köylü bağına bahçesine tarlasına gitmeye başladı. Herkesin kendine göre işleri vardı. Yazı yaban insanlarla hayvanlarla canlanmaya, şenelmeye başladı. Bense her gün aynı işleri görüyordum Damda hayvanların altının üstünün bakımı; sabahın erken saatlerinde eve su taşıma işi; karnımı doyurduktan sonra azık torbamı alıp, önümdeki hayvanları yaylıma çıkarma…
Günler günleri izledi. Bahar yağmurlarının ardından havalar iyice ısındı Kazım Ağa köylere çıktı. İki üç gün sonra önünde sekiz on malla geldi. Bakımını yapacağım, güdeceğim mal sayısı yine otuzu geçmişti
(SÜRECEK)