BİRKAÇ SÖZ
Büyükpolatlı köyü Sungurlu ilçesinin 26 kilometre batısına düşer. Eski Ankara yolunun güneyinde 7 kilometre içerde bir köydür. 1961 yılının Ekim ayı sonunda o köyde geçici öğretmen olarak göreve başladım. Yusuf Başer’den sonra köyde dostluk kurduğum, zaman zaman bir araya gelerek görüştüğüm gençlerden birisiydi Haydar Şenol. Henüz o da askere gitmemişti benim gibi. Köylerinde öğretmenliğimin ilk yılında ben de iz bırakmış unutamadığım bazı ortak anılarımız vardı.
O yılın yaz tatilinde, Temmuz 1962’de Haydar askere alınmıştı. Ben ikinci eğitim öğretim yılında yeniden Büyükpolatlı Köyüne gittiğimde Haydar askerdeydi. Ben de askerlik için köylerinden ayrıldığımdan Haydar’la olan iletişimimiz tamamen koptu. Ne zaman ki 23 Mayıs 2010 yılında, yani köylerinden ayrılışımdan tam 48 yıl sonra köylerine gittim. Yaşayan bazı kişiler gibi Haydar’ı da o zaman görebildim.
Haydarla iletişimimiz o görüşmeden sonra kesilmedi hiç. Telefonlarla görüşmelerimizin dışında geçen zaman içinde iki kez de Ankara’da görüştük. O da benim gibi emekliydi. Yine benim gibi çocukluktan bu yana çok çile çekmişti. Yaşam öyküsünün bir bölümünü o kısa Ankara görüşmemizde dinlemiştim kendisinden.
Köyünde evlendikten sonra Ankara’da sınav başararak Milli Eğitim Bakanlığı’na hizmetli olarak girmişti. Ardından, köyünü terk ederek eşiyle birlikte. Ankara Mamak’a taşınmış, bir gecekonduya yerleşmişti.
Yaşam öyküsü ilgimi çekmiş; yazarak bana iletmesini söylemiştim. Yazarak postayla bana ilettiği, bölük pürçük anı kırıntılarının özünü bozmadan, empati kurmak suretiyle konuları kendi içlerinde geliştirmeye çalıştım. Buna karşın yine de birçok bölümlerinin eksik kaldığını biliyorum. Keşke bir arada olabilseydik de o anlatsa ben yazsaydım. Çünkü onun çok kısa, ya da hiç dokunmadan geçtiği bölümleri karşı sorularla açar, ortaya daha eli yüzü düzgün daha güzel bir anılar toplamı çıkarırdım diye düşünüyorum.
Ben bu anılar toplamına “Azap Haydarın Öyküsü” adını verdim. Çünkü o, köyünün uzağındaki bir köye henüz 12 yaşındayken “azap” olarak verilmiş. O köyde üç farklı kişiye; ilkine üç yıl diğer ikisine de birer yıl olmak üzere tam beş yıl “azaplık” (çobanlık-hizmetkarlık) yapmıştı. İyi de şiir yazıyor Haydar Şenol. Kendisini “azap” olarak verip, azaplığı süresince kendisini hiç yoklamayan ailesine kırgınlığını anlattığı şiirinden bir dörtlük alarak, sözü Haydar Şenol’a bırakıyoruz.
“Beni gönderdiler başka bir köye
Verdiler birine “azapsın” diye
Gece saat üçte kalkardım suya
Aileme bu nedenle kırgınım…”

BİRİNCİ BÖLÜM
ANAMIN HASTALIĞI
Ben Haydar Şenol.
1942 yılında Sungurlu ilçesinin Büyükpolatlı köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmuşum. Babam aslında komşu “Çiçeklikeller” köyündenmiş. Çiçeklikeller köyümüzün güneyinde yürüyerek bir saatte ulaşılan bir köy. Babam, Çiçeklikeller’den Büyükpolatlı Köyüne ev üstüne girmiş. Bizim yörede buna “Girempe” derler. Annemin babası dedemin bir tane kızı varmış. Kendisi de oldukça yoksulmuş. Malı mülkü yokmuş. Dedemin annemden başka da çocuğu olmadığından babamı damat olarak evine aldığı gibi soyadını da vermiş. Ne zaman ki dedem ölmüş, o zaman yeniden kendi soyadı olan “Şenol”u soyadı olarak almış.
Çocukluğumda unutamadığım, ben de derin bir iz bırakmış bir olayı çok iyi anımsıyorum. 5 yaşlarındaydım. 1940’lı yılların ikinci yarısı olmalıydı. Annem kimi zaman elini karnının üst yanına bastırır, sızlanır dururdu. Belli ki rahatsızdı. Yemek de yiyemezdi. Öğürürdü çoğu zaman. Elimizden bir şey gelmezdi. Annemize bakar biz de üzülürdük. Biz o zaman dört kardeştik. En büyüğümüz Mehmet ağabeyimdi; benden iki yaş büyüktü. Ben ailenin ikinci çocuğuydum. Benim de iki küçük bacım vardı. Birisi üç, diğeri bir yaşındaydı. Sonradan öğreniyorum. Annem midesinden rahatsızmış. Durumu günden güne ağırlaştı. İş güç göremez oldu. Yataklara düştü. Annem ölecek diye çok korkuyorduk. Annemi görmeye gelen komşular, doktora gitmesini söylüyorlardı.
Bir sabah komşumuzun kağnısı evimizin kapısının önüne geldi. Kağnıya bir yatak serip anamı da güçlükle yürüterek götürüp yatağın üzerine yatırdılar.
Babam:
“Ananızı doktora götürüyorum. Bakıtıp, ilacını da alıp akşama döneriz. Evden bir yere ayrılmayın. Geç kalacak olursak, akşam kapınızı örtüp yatın.” dedi. Sonra öküzlere “ho” dediler. Kağnı gıcırdayarak hareket etti. Köşeyi dönüp gözden kayboluncaya kadar arkasından baktık. Eskiden şimdiki gibi motorlu taşıtlar yoktu. Köyümüze bir saat uzaklıkta olan Alembeyli köyü vardı. Ankara’dan gelip Sungurlu üzerinden Çorum yönüne giden tüm otobüs ve kamyonlar Alembeyli köyünün kıyısından geçiyormuş. Annemi Kağnı arabasıyla Alembeyli köyüne kadar götürüp, Ankara yönünden gelen arabalardan birisiyle Sungurluya ulaştıracaklarmış.
O yıllar kentlere doğru dürüst yol olmadığı gibi, bugünkü gibi motorlu taşıtlar da yoktu. Yolculuklar; yayan, atla eşekle ve daha ağır yükler için de öküzlerin çektiği kağnı arabalarıyla yapılıyordu. Anlattığım, bundan 65-70 yıl öncesi. 1940’lı yılların ikinci yarısıdır.

(SÜRECEK)