Son aylarda iki "aydınlar bildirisi" yayınlandı. Mart 2013'te 300 imzalı, Mayıs 2013'te 111 imzalı... Üstelik birbirine zıt... Adeta parlamentonun dışa yansıyan sivil yüzü gibi...

Toplumsal desteği nedir bilemiyoruz. Ancak bildiriler, Türkiye toplumunun gelinen bu hassas noktada ikiye yarılmışlığının bir göstergesi oldu.

Aralarında Prof. Mümtaza Soysal, Prof. Cevat Geray, Prof. Sina Akşin gibi sol kesimden; Prof. Sadi Somuncuoğlu, Prof. Ümit Özdağ, Yaşar Okuyan gibi ülkücü kesimden; Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Alev Alatlı gibi tarihçi ve yazarların da yer aldığı 300 imzalı bildiri üç maddeden oluşuyor.

1-Türk milleti adı, vatandaşlık tarifi ve anayasadan çıkarılamaz.

2-Vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere bölünemez.

3-Atatürk'ün kurduğu milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.

*     *     *

Aralarında Binnaz Toprak, İlhan Cihaner, Riza Türmen, Ercan Karakaş, Fikri Sağlar gibi 25 CHP'linin; Pınar Kür, Can Dündar, Ayşenur Aslan, Ahmet Şık gibi gazeteci ve yazarın bulunduğu 111 imzalı bildiride ise özellikle Kürt sorununun çözümüne vurgu yapılmıştır. Bildiri şöyle özetlenebilir:

1-Kürtlerin kendilerini tam anlamıyla eşit yurttaş hissetmelerini sağlayan bir anayasal uzlaşma olmalıdır.

2-Seçim barajı düşürülmelidir. Özel yetkili mahkemeler kaldırılmalıdır.

3-Türkçe dışındaki dillerde siyaset yapılabilmesinin önü açılmalıdır.

4-Başkanlık sistemi, anayasal uzlaşmanın önünü tıkayıcı unsurdur.

5-Yasama ve yargının büyük oranda yürütmenin kontrolüne sokulacağı endişesi giderilmelidir.

6-Barış dili içte de, dışta da ötekileştirici olmamalıdır.

*     *     *

Bu iki bildiriden herhalde şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:

Birinci grup, "resmi ideoloji"ye ve "kurucu yapı"ya bağlılık vurgusu yapmakta.

İkinci grup, Türk-Kürt kimliğine dayalı yeniden bir yapılanmayı vurgulamakta.

Sonuçta bu iki bildiride de, siyasetin çözmesi gereken milli bir konu dillendirilmekte ve siyasete bir gönderme yapılmaktadır.

Ama asıl sorun, siyasetin birbirine güven duygusunun sarsılmış olmasıdır. Ve bunun, toplumun tümüne yayılmış olmasıdır. Öyle ki:

-İktidarın islamcı görüntüsü laik kesimi endişelendirmekte.

-Muhalefetin her eleştirisi iktidarın önünü kesmek gibi algılanmakta.

-Yargıda, orduda, eğitimde, sağlıkta ve genel olarak bürokraside yeni düzenlemeler ve gelişmeler, demokratikleşme olarak yansımamakta.

-Tam tersine devlet, kurucu değerlerinden tasfiye ediliyor endişesi oluşmakta.

Yani 90 yıllık oluşan değerlerin sarsılıyor oluşu iktidara güveni sarsmaktadır.

Özellikle de "yeni anayasa" ve "Kürt Sorunu" konusundaki oluşumlarda, iktidarın baskın görüntüsü büyük bir endişe yaratmaktadır.

Diğer bir bakışla, ülke içindeki bu oluşumların bölgedeki gelişmelerle birlikteki görüntüsü ise Kürt sorununun çözümü değil, ülkenin parçalanma sürecinin başlangıcı gibi algılanmaktadır.

Ve de özellikle bu algı, Salı konuşmalarında yüksek sesle dillendirilmektedir.

*     *     *

Ancak bir durumun altını çizmek gerekir.

Emperyalizm, otoriter yönetimleri kullanarak milli politikaları tasfiye eder. Özellikle de ülke içindeki farklılıkları kaşıyarak ülkeyi zayıf duruma düşürür. Sömürüsünü böyle bir yapı üzerine inşa eder.

İşte iktidar ve muhalefet yani siyaset, farklılıkları birlikte yaşamaya ikna edecek sosyal ve siyasal çözümler üretemez ise emperyalizme hizmet eder olacaktır.

Ne kadar din, bayrak, vatan, millet, Atatürk de desek sonuç bu olacaktır.

-Eğer sorunlarını çözememiş komşu ülkelerin görüntüsü bize ders olmuyorsa,

-Eğer siyaset bu görüntüleri görmüyor, gördüğü halde siyasal bir hırsla görmez oluyorsa,

Bu gaflettir, dalalettir. Hatta gelecek nesle ihanettir.

Çünkü toplum ne 40 yıl öncesi gibidir. Ne 30 yıl ne de 20 yıl öncesi gibidir.

Eğer siyaset bunu da göremiyorsa, bu bir siyasal aymazlıktır. Siyasal bir körlüktür.

Sonuçta her iki bildiride de bir hassasiyetin altı çizilmiştir. Birinde, milli devletin zaafa uğratılacağı endişesi paylaşılmıştır. Diğerinde, farklı kimliklerin birlikte yaşayabileceği bir yapılanmanın olması dillendirilmiştir. Ortak paydası, ülkenin parçalanabilirliği endişesinin paylaşılması olmuştur.

İşte siyaset, her iki bildirideki bu vurguları da göz önüne almalı, toplumsal bir uzlaşmanın çözümünü bulmalıdır.

Ancak, evelemeden, gevelemeden öyle ya da böyle bu çözümün adını koymalıdır. Toplumu rahatlat/nalıdır.