Dünkü yazımın sonunu “Peki, ülkemiz aydını kendine düşen görevleri yapabilmiş midir?” diye bağlamıştım.

Elbette yapmaya çalışmıştır ve de yapmıştır. Hem de bir bedel ödeyerek…

Çünkü siyaset, aydınları ya susturmak ya da teslim almak istemiştir.

İşte bu nedenle zor meslektir(!) aydın olmak.

Siyasetin, etnik ve inanç kimlikler üzerine inşa edildiği; etnik ve inanç gerginliğinden beslendiği bu ülkede, aydın olmak zor meslektir(!).

Milli konularda bile milli bir uzlaşmanın sağlanamadığı, emperyal politikalara taşeronluk yapar olunduğu bir dönemde, aydın olmak zordur.

Zordur ama gereklidir aydın olmak. Hem de “kral çıplak” diyebilen bir aydın olmak...

* * *

Aydın öncelikle bir düşünce adamıdır.

Ülkesinin milli çıkarlarında, toplumsal hak ve eşitlikte, bildiğini söylemekten çekinmeyen ve de çekinmemesi gereken bir düşünce adamıdır aydın.

Ama Türk sağının ve muhafazakâr kesimin önemli yazarlarından Cemil Meriç, “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?” demişti.

Evet, bu ülkede aydın olmak çok zor!

Şiirlerinden Nazım’ı 12 yıl, yazılarından İsmail Beşikçi’yi 18 yıl cezaevinde tutan ve nice yazarlarına, şairlerine cezaevini mesken yapan bu ülkede, aydın olmak çok zor!

Bunalım dönemlerini askerin sırtına yıkarak mağdur rolüne soyunulduğu…

Darbelere karşıymış gibi gözükerek darbe hukukundan beslenildiği…

Atatürk ve demokrasi adına darbeler yaparak, Atatürkçülüğün ve demokrasinin iğdiş edildiği bu ülkede, aydın olmak çok zor!

Demokratik tepkilerin şiddetle bastırıldığı…

Tutukluluğun mahkûmiyete dönüştürüldüğü…

12 Eylül darbe hukukunun egemen olduğu…

Ve de İstiklal Marşı’nın bile, sorgulamalarda işkence aracı olarak kullanıldığı bu ülkede, aydın olmak çok zor!

* * *

Ve de:

Ortak değerlerin birer tabu yapıldığı…

Kiminin din, kiminin bayrak, kiminin Atatürk ardına sığındığı…

Ve de bu değerlerin zırh gibi kullanıldığı bu ülkede, aydın olmak çok hem de çok zor!

Çünkü aydın ne iktidarın dalkavuğudur, ne muhalefetin borazanıdır, ne de resmi ideolojinin resmi sözcüsüdür.

Ne yazık ki bu ülkede, diploması olan herkes aydın sanılmıştır. Diploma derecesi yüksekse, daha da yüksek aydın sanılmıştır.

İktidarın her söylemini onaylayan, iktidarın gözüyle; muhalefetin her söylemini onaylayan, muhalefetin gözüyle aydın olarak sunulmuştur.

Oysaki aydın, siyaseten özgür bir kişiliktir. Fikirleri bir siyasetin propagandasını yapmak değil; toplumsal aydınlanmanın önünü açmak, toplumsal barışın fitilini yakmak, siyasete fikri bir zenginlik katmaktır.

Aydın; milli bakışla anti-emperyal, siyasi bakışla demokrat, toplumsal bakışla eşitlikçidir.

Aydın, demokrasi kavgasının silahşorudur. Silahı elindeki kalem, kafasındaki bilgidir. Ürettiği fikirler, demokrasiye giden yolların döşenen taşlarıdır.

* * *

Bir de “aydınımsı”lar vardır bu ülkede.

Onlar, Uğur Mumcu'nun deyimiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olanlardır.

Onlar, demokrasiye giden yolların taşlarını ters döşeyenlerdir.

Ve onlar, toplumsal uyanışı ve toplumsal bilinci zaafa uğratanlardır. Güce tapındıkları için toplumu da güce tapınır hale getirenlerdir.

Oysaki aydın, totaliter yapıya, totaliter anlayışlara karşıdır. Darbeci zihniyetlere ve darbelere karşıdır. Özgürlükçüdür.

Ve de aydın, bir avuç burjuvanın sözcüsü değil; sözüyle, sazıyla, şiiriyle, yazısıyla halkın konuşan dilidir.

İşte bu özellikleri nedeniyle aydın, bu ülkede hep potansiyel suçlu olarak görülmüştür. Cezaevleri, mahkeme salonları onun ikinci adresi olmuştur.

Yani aydın olmak zordur bu ülkede. Aydın olmak için bedel ödemek gerekir bu ülkede.

Yine de bu ülkenin aydınları görevini yapmıştır ve de yapmaktadır.

Hem de büyük bedeller ödeyerek; toplum için, halk için, demokrasi için…

Ve de ödemeye devam etmektedir; toplum için, halk için, demokrasi için…