Tanzimat’la başlayan, meşrutiyetle devam eden ve de Cumhuriyet döneminde de tam 99 yıldır yaşanan bir kavgadır aydınlanma sorunu.

Öyle ki, giderek Cumhuriyetle İslam’ın kavgasına dönüşmüş ve de bugün Türkiye’de siyasetin belirleyicisi olmuştur.

Peki, nedir aydınlanma?

Aydınlanma, kişinin ve de genelde toplumun dogmaları aşmasıdır.

Aydınlanma, aklın ve bilimin egemen olduğu bir düzeye ulaşılmasıdır.

Laik olmak ve laikliği savunmak, dinsel bağnazlığa, devlet baskısına, sermayenin egemenliğine ve sömürüsüne karşı çıkmak ve de bireysel hak ve özgürlükleri savunmak ise aydınlanma kavgasının olmazsa olmaz dolgularıdır.

Özellikle hem toplumsal hem bireysel aydınlanma sürecinde aydına da önemli görevler düşmektedir.

Ama aydın, bu görevini yerine getirirken kendi toplumuna yaklaşabildiği ölçüde yararlı, kendini başka kültürlere kaptırdığı ölçüde zararlı olacaktır.

***

Cumhuriyeti kuranların dünyaya bakışlarında en etkili düşünce, kuskusuz pozitivizm (olguculuk) olmuştur.

Yani teoloji ve metafizik içermeyen, maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bir bilimsel anlayış, cumhuriyet kurucularının dolgu maddesi ve bakışı olmuştu.

Aydınlanma politikasının amaçları ise:

Monarşik-teokratik Osmanlı yönetim tarzının çözülmesi...

Tebaa yerine vatandaşlık bilincinin kazandırılması...

Yani genel anlamda çağdaş, modern, laik ve demokratik bir devlet ve toplum yapısının oluşturulması idi.

Ama 600 yıllık bir imparatorluk dönemi, 400 yıllık bir hilafet dönemi yaşamış ve doğu kültürüyle mayalanmış bu toplum, bir Rönesans dönemi yaşayamamıştır.

Geleneksel kültüründe, dinin çok önemli ve belirleyici bir yeri olmuştur.

Batının büyük bedeller ödediği 400 yıllık aydınlanma kavgasından bize yansıyan değerler, topluma uyarlanırken zorluklar yaşanmış, itirazlarla karşılaşılmıştır.

Bu zorluklar ve bu itirazlar, aydınlanma mücadelesinde atılacak adımları hem geciktirmiş hem de aksatmıştır.

Daha da önemlisi, ülkemiz toplumsal yapısının kendi dinamiklerinden doğan, yerli bir yenileşme modeli oluşturulamamıştır.

Bu nedenle aydınlanma kavgası, Cumhuriyetle İslam’ın kavgasına hapsedilir olmuştur.

Günümüzde de yaşanan kavga, işte budur.

***

Galiba Türkiye’nin en önemli sorunu bu olsa gerek. Yani bir aydınlanma sorunu ve de bir aydın sorunu...

Köy Enstitüleri, işte bu konuda salt bir okul olmanın ötesine geçerek, Anadolu aydınlanmasının kurumları olacaktı.

Ve Anadolu kırlarında, toplumsal bir aydınlanmanın ateşi yakılacaktı.

Ve de bu toplumun mayasından gelen, çağdaş değerlerle donatılan, bu toplumla örtüşebilecek yeni ve yerli bir aydın tipi hedeflenmişti.

Ama 1946’da Türkiye’nin Batı’lı küresel güçlere yönünü çevirmesiyle, 1946’dan başlayarak bu aydınlanma merkezleri tasfiye edildi.

Yine de Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler, aydın tiplemesinin en güzel örnekleri olmuştu. Anadolu kırlarına cumhuriyet değerlerini taşımıştı.

***

İç politikada siyasetin, çok partili sistemi yeteri kadar hazmedememiş oluşu, siyasi hırsla seviyesi düşük tartışmalar, aydınlanma kavgasına büyük zarar vermiştir.

Özellikle de son yıllarda; Cumhuriyetle İslam’ın kavgasına dönüştürülen aydınlanma kavgasında yanlış bir yöntem, yanlış bir dil kullanılır olmuştur.

Aşağılayarak…

Göbeğini kaşıyan diyerek…

Bidon kafalı diyerek…

Farklı kimlikleri ötekileştirerek…

Toplumsal bir aydınlanma yaratılamayacağı görülemez olmuştur.

Hatta bu söylemlerle tutuculuk daha da beslenir, ayrımcılık ve ötekileştirme daha da derinleştirilir olmuştur.

***

Ama bugün:

İletişim ve ulaşım araçlarının dünyayı küçülttüğü bir süreç yaşanmaktadır.

Oluşan kültürel olgular; birbirini etkilemekte, birbirinin içine geçmekte, birbiriyle kaynaşmakta ve de giderek dünyada ortak bir kültüre doğru evrilmektedir.

Peki, böyle bir süreç yaşanırken ülkemiz aydını, kendine düşen görevleri yapabilmiş midir? Yarın…