Zamansız ve beklenmedik anlarda ortaya çıkan olaylar için “Nereden çıktı bu ya?” deriz ya, Ayasofya’nın 86 yıl sonra tekrar camiye dönüştürülmesi de öyle oldu galiba…

“Nereden çıktı?” sorusundan çok “neden şimdi?” sorusu acaba daha yerinde mi olur?

Evet, neden şimdi?

Aslında Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın, 31 Mart yerel seçimlerinden önce verdiği demecin, tam tersini 10 Temmuz 2020 günü ilan etmesi daha da ilginç.

Yerel seçimlerden önce demek ki Ayasofya’nın cami olarak açılması gündeme gelmiş olmalı ki, sayın Erdoğan bir mitingde bakın ne demiş:

“Bunları da aşmak bizim için sorun değil ama getirisi götürüsü nedir? Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Bunu söyleyenler acaba o camilerin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar. Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim.”

Sayın Erdoğan daha öncesinde, gelecekte neler olabileceğine dair kuşkularını dile getirmiş bir yıl kadar önce.

Yani dış dünyada olabileceklere dikkat çekmiş.

Yönünü belirlemiş ve “İstikametimi kaybetmedim” demiş.

Peki, son bir yıl içinde ne oldu da Ayasofya’nın açılması kararı noktasına gelindi?

Dünyadaki gelişmeler ve dış politikalardaki oynak ortam mı uygundu?

Korona mı bahane edildi?

Suriye-Irak-Libya-Doğu Akdeniz- PKK ve HDP’deki gelişmeler mi bu noktaya gelişte etken oldu?

Yoksa, 18 yıl sonra içinde bulunduğumuz “ekonomik kaos” sonucu halkın rahatlaması ve yeni bir soluk borusu açılması için mi Ayasofya’da namaz kılınmısı gündeme geldi?

Tabii, Ayasofya, Dünya İnsanlık Mirası konumunda bir eser..

İşin Unesco’su var, Avrupa’sı var, Amerika ve Rusya’sı var.

Tabii, uluslararası hukuk yanında bir de iç hukuk meselesi var.

Bütün bu tabloyu izah ederken, Türkiye’nin bağımsız bir ülke olduğunu hatırlatmak yeterli mi?

Yeterli sayılabilir.

Çünkü Türkiye bağımsız bir ülke.

Peki sadece iç hukuk açısından düzenleme yapılması yeterli mi?

Bazı hukukçulara göre yetersiz.

Çünkü bundan 86 yıl önce Atatürk imzasıyla yayınlanan Bakanlar Kurulu kararının ortadan kalkması için Danıştay değil, yine Bakanlar Kurulu kararı gerekir.

Yani, sayın Erdoğan’ın “Danıştay kararını onaylaması ve bu kurumu iktidarın eylemine ortak etmesi yetmez” deniyor ki bu tartışmaya değer bir iddia.

Sonuç:

Unesco’nun Kültür Mirası listesinde yer alan Ayasofya’nın er geç tartışmaya açılacağı belliydi.

Zamanlaması için yorum yapmak, ya da zamanlamayı “manidar” bulanların yanında yer almak istemem.

Böyle bir niyetim de yok.

Ancak…

86 yıl önce Ayasofya’nın müze olması kararına karşı, şimdilerde cami olarak açılması kararı bence tüm yönleri ile ele alınmış değil.

Atatürk ve arkadaşları 86 yıl önce “zamanın ruhu”na göre mi hareket etmeyi hedeflediler?

Sadece o günkü dünya koşullarını mı dikkate aldılar?

Yoksa Doğu’dan umudunu kesenlerin, Batı’ya yönelmesinde gecikme olmasın diye mi bu yola gittiler?

Bilinen tek işaret, Batı’ya yürüyüş hedefinin hızlandırılması olsa gerek.

Demek ki Ayasofya o zaman, Türkiye için sadece ve sadece “Seküler Sembol” olarak algılanmış ve tanımlanmıştı…

Bu Ayasofya’nın “sekulerizm sembölü” ve anlamı, bana göre son alınan kararla oldukça zedelendi…

Yani,

Unesco filan benim umurumda değil…

Dünya kültür mirası listesi, mistesi de değil…

Nasıl olsa bunlar zamanı ve yeri gelince bir şekilde telafi edilir…

Ama 86 yıl önce düşünülmüş bir “sekülirizm” mesajı…

Ve buna dayanak olan “sembol” konumu…

Bu iki mesaj, bugünün dünyasında zor anlatılır.

Haaa…

“Umurumda mı dünya” diyorsanız, mesele yok…

Sözün bittiği yer de zaten orası…