Bu gün Lozan Barış Antlaşması’nın 97. yıldönümü. İsviçre’nin Lozan Kentinde, 97 yıl önce imzalanan bu antlaşmayla Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile kazandığı zaferi bütün dünyaya onaylatmıştı.

1934 Yılında Ayasofya müzeye dönüştürüldü. Atatürk; “insanlar din ve mezhep savaşları yapmasınlar: Bu görkemli yapı bir müze olsun, insanlığa barış için hizmet etsin” düşüncesi ile müzeye dönüştürdü ve Türk halkına emanet etti. Düşmanlığı, kini, nefreti silerek, uygarca bir yaklaşımdı, uygarca insanlığa bir hizmetti bu durum.

Zaten ibadete açık olan Ayasofya’nın şimdi müze olan kısımları da ibadete açılıyor.

Yani ezan sesi duyuluyordu. Ayasofya’da, şu an yaratılan debdebeye bakarsak, sanırsın İstanbul yeni fethedilmiş ve Ayasofya’da ilk defa namaz kılınacak gibi bir hava yaratılıyor. İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet fethetmiştir, Mustafa Kemal de işgalden kurtarmıştır.

Sonuç olarak Mustafa Kemal olmasaydı şimdi ezan sesi yerine Ayasofya’da çan sesi duyacaktık. İşte bu kurtarıcıya en üst düzeyden minnet ve şükran duygularımızı Cumhurbaşkanı şöyle ifade etti: “Tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı”

Hiç kuşkunuz olmasın ki Türkiye halkı bu veciz sözü aklına ve bilincine kazıdı. Aynen İstanbul seçimlerinde olduğu gibi günü gelince karşılığını bulacaktır. Osmanlı Hukuku’nu, Cumhuriyet Hukuku’nun önüne koyanlar, kurucu iradeyi hukuksuzlukla suçluyor!

Bu veciz sözden anlaşılıyor ki Ayasofya açılışının 24 Temmuz’a (Lozan’ın yıldönümü) getirilmesi tesadüf değildir. Cumhuriyet’ten ve kurucu iradeden öc alma duygusu hakimdir. Lozan, Ayasofya’nın gölgesinde bırakılmak isteniyor. Tarihe ihanet sözünün başka tanımı olamaz.

AKP iktidarının halka vereceği hiç bir şeyi kalmamıştır. Ekonomik olarak en zor dönemde halka söz vermesine rağmen beş maskeyi veremedi. Demokrasi hak getire, öyle bir sorunları yok. Çökmüş bir rejimi, Siyasal İslamcılığı ısıtıp ısıtıp koyuyorlar. Hak, hukuk, adalet iktidarın sopası olmuş. İktidar halka diyor ki: “Ayasofya’nın kalan kısımlarını ibadete açsam, ömrümü biraz daha uzatır mısın?”

Doğrusu iktidar hayal görüyor, Dünya’daki tüm kiliseleri ibadete açsanız iktidardan düşüşünüzün dermanı yoktur. Zira ayağınızın altındaki toprak kayıyor. Demirel’in bir sözünü anımsatalım; “Mutfaktaki tencerenin düşürmeyeceği iktidar yoktur”…

Tencereler de ‘et yerine dert’ kaynıyor. Tencereler boş, halk aç, sefil, işsiz kimse yarınından emin değil.

Diyanet eli ile Sayın Kılıçdaroğlu’nu namaza davet mesajı gönderiyorlar, yanıt son derece uygarca; “Kameralar önünde namaz kılmıyorum”. Kılıçdaroğlu’nun el altından davete gelmediği yayılarak, sözde pirim toplayacaklar. Halk bu şark kurnazlıklarının farkında. Davetle ibadet yapıldığı da bu iktidara nasip oldu. İlk defa duyuyoruz insanların davetle Cuma namazına gittiğini.

“Keşke Yunan galip gelseydi” diyenlerle “Lozan hezimettir” diyenler aynı zihniyettir. Lozan’a karşı olanlar, Sevr taraftarlarıdır. O halde Sevr nedir? Lozan nedir?

Sevr: Emperyalist güçler tarafından ülkenin bölünüp, parçalanması ve Türklere Anadolu’da avuç içi kadar bir kıraç toprak bırakılması... Dinci Osmanlı Devleti ve Halife bu durumu onaylıyordu.

Lozan: Birinci Dünya Savaşı sonunda yenilen devletler karşısında, yenen tek devletin imzaladığı anlaşma. Bu günkü Misak-ı Milli sınırlarını kapsar. Ülkenin tapusunun tüm dünyaca onaylanması. En güzel yanıtı Sayın İ. Selçuk vermiş: “Yıkılmış Osmanlı İmparatorluğu’nun yok olmuş sınırlarına bakarsan hezimet...Sevr’e bakarsan zafer!..”

Doğal olarak Sevr taraftarları Lozan’a ‘hezimet’ diyor

Sözün özü: Ayasofya bizim sınırlarımız içinde bir yerdir. “Getirisi, götürüsünü” hesapladıktan sonra cami de yaparız, müze de. Sorun olan burası değil, sorun ve dileğimiz, Ayasofya sanki yeni alınmış gibi, ya da yeni ibadete açılıyormuş gibi bir debdebe ile Cumhuriyet’e ve kurucu iradeye karşı bir intikam gösterisine dönüştürülmemesidir.