Otuz yıl İstanbul’da kaldım ve Ayasofya’ya altı yedi defa gittim. Misafirlerimi götürdüm. Trabzon’da da bir Ayasofya Kilisesi var üç kere de oraya gittim. Eminönü’nde Yenicami, Mercanlar’da Süleymaniye, Çemberlitaş’ta Nur-u Osmaniye Camilerinde cuma namazları kılmak nasip oldu. Yine Kadıköyü’nde Rum ve Ermeni kilisesine gittim. Yine İstanbul’da Karagümrük ile Edirnekapı arasında Kariye Kilisesi var ve o da müze yapılmış onu da gördüm. Romanya’da Çavuşeski’nin sarayı dâhil, birçok saray, müze ve kilise gezdim.

Bursa Ulucamiine, Edirne’de Selimiye’ye, Malatya’da İmam Zeynel Abidin türbesine gittim. Konya’da Hz. Mevlâna’nın dergâhına, Trabzon’da Sümelâ Manastırı’na birkaç kere gittim. Isparta’nın, Burdur’un, İskilip’in, Osmancık’ın Ulucamilerine, Beypazarı Alaaddin Camiine ve Mecitözü’nde Elvan Çelebi Türbesine de gittim.

Doğup büyüdüğüm Ankara’da Hacıbayram Camii’ne ve Augustus Tapınağı’na yüzden fazla gittim. Bir zamanlar (1958-60) gecekondu mahallesi olan İncesu, Topraklık’ta camimiz yoktu. Birkaç yıl teravi namazları bizim evin bodrum katında kılındı. Bu fakir de müezzinliğini yapıyordu.

İncesu Tepesinin tam tepesine İncesu Camiinin yapımına önayak olanlardan biri de rahmetli babamdı. Küçük bir mahalle camiidir ama bu caminin dünyaya gelişini ilk harcından itibaren gören biriyim. Sanki ikinci evimiz gibiydi.

*

Çok cami gördüm. Çok müze gördüm. Ben doğuştan eski ve tarihî yapılara hastayım ve hayranım. Hangi şehre veya kasabaya gitsem şehre girerken bütün ahrete intikal edenlerine Fatiha okuyarak şehre girerim. İlk Cuma günü illa o şehrin ulu camisine giderim.

BUNLARI NİYE ANLATTIM?

Camiler dâhil yeryüzünde bütün cisimlerin, eşyaların, mekânların, dağların, taşların, ovaların, şehirlerin, nehirlerin, kasabaların ve sokakların iki yüzü vardır. Bir yüzü görünen dış şeklidir. Yani cismanî, somut, objektif, kemiyet, mücessem, maddî, nicelik, dışsal yüzü vardır. Rengi, büyüklüğü, taş veya tahta malzemesi, kubbesi, duvarı, yüksekliği, genişliği, kapısı, bacası, penceresi ve bg. …, aşikâr görünen yüzü sizi etkiler. Size bir şeyler söyler.

yüzü görünmeyen manevî hâli ve çehresi vardır. Yani keyfiyet, mücerret, nitelik, soyut, subjektif, bâtın, içsel, hissedilen ve size yansıttığı enerji ve ruhî yüzüdür. Bunu görmezsiniz, hissedersiniz. Yani hâl dili ile size bir şeyler söyler.

Bu meyanda bana çok şeyler söyleyen ve hatta beni çarpan, aklımı başımdan alan birçok eser gördüm. Çocukluğumdan beri resimlerinden âşık olduğum Edirne SELİMİYE CAMİİ, Ankara Kalesine komşu olan ASLANHANE CAMİİ, İstanbul’da AYASOFYA MÜZESİ, Batman’da HASAN KEHF ULU CAMİİ ve Konya’da MEVLÂNA türbesi manevi yüzleri ile beni hasta ve hayran etmiştir.

KONUYU BİRAZ DAHA AÇALIM:

Teknik ve mimari olarak anlamam ama gördüğüm şekilleri ve hissettiğim mânevî hâlleri itibariyle günün konusu olan Ayasofya, camiler, kiliseler, mevzuunu başka bir gözle anlatmak istiyorum.

Genellikle kiliselerin yapımı artı yani haç şeklindedir. İçini cami yapsan bile binanın aslı haçtır ve bina kilisedir. Her taşında toprağında Hıristiyan eli vardır. Bunu OLUMSUZ MANADA SÖYLEMİYORUM. Hıristiyan ruhunun da kendine mahsus feyzi vardır. Bütün ibadethaneler manevî yönden feyiz ve sükûnet yayarlar. Hisseden hisseder, hissetmeyen hissetmez. Bu hâl, bakan ile bakılan arasında ki manevî, içsel bir iletişimdir.

Biz camilerimizde nasıl ki rahatlık, huzur, sükûnet hissediyorsak, onlar da kendi ibadethanelerinde aynı huzuru, sükûneti, rahatlığı yaşıyorlar. Bu gözle bakarak bütün ibadethanelere saygı duymamız lâzımdır. Özünde, içselliğinde, niteliğinde, mânevî hâlinde ve mensuplarının gözünde bütün ibadethaneler kutsaldır. Hepsinin ruhu vardır, kedine mahsus hâl dili vardır ve size bir şeyler söyler.

Meselâ: İstanbul’da bir apartmanda kiracı idim. Ev sahibim üst dairede oturuyordu. Bildiğiniz gibi apartmanlarda karşılıklı daireler simetriktir. Birinde sağda olan karşıdakinde soldadır. Fakat üst üste olan daireler birbirinin izdüşümüdür ve birbirinin aynısıdır. Her aybaşı ev sahibine kirayı vermek için evine çıkarım. Yemin ederek söylüyorum ki, eve girince tersim döner. Salon neresi, balkon ne tarafta, tuvalet nerede bilemem ve şaşırırım. Evde bir ruhsuzluk, sıkıntı vardı. Perdeler, koltuklar, halılar her bir eşya bana sevimsiz gelirdi. İlk gidiş falan değil; beş altı yıl oturdum. Her ay aynı şaşkınlığı yaşadım.

Pek seyrek de olsa hanım da, ne zaman oraya gitse aynı şaşkınlığı ve ruhsuzluğu yaşıyordu. O evde iken bizi sıkıntı basıyor bir an evvel çıkmak istiyorduk. Bir defasında da bilerek ayarladım ve bir dostum bizde iken ”Gel şu kirayı ev sahibine verip gelelim” dedim. Dostum da aynı sıkıntıyı hissetti. Eve gelince “Oh be! O ne sıkıntılı ev, ne uğursuz ev. Ne var o evde arkadaş” demek zorunda kaldı.

O evde ne vardı biliyor musunuz dostlar?

Her eşyanın içinde gözle görünmeyen HARAM vardı. Çünkü ev sahibim hırsızdı. Çocukları da birbirinden aksi, geçimsiz, huysuz, nursuz ve arsızdı. Oğlunun birine ücretsiz ders verdim. Sınıf geçti. 29 kiracısı içinde ben en iyisi ve saygı duyduğu idim. Öyle iken nihayet benden de çaldı. Nasıl mı? Gürültü eden çocuğunu azarladım diye altı aylık kirayı almadım diye mahkemeye verdi. Ve altı aylık kirayı iki kere ödedim.

Meselâ: İşim gereği satış yapmak için bölgemdeki her sokağa girmem ve bütün bakkallara uğramam lâzım. Bazen bir sokağa ilk geldiğimde sokak bana girme buraya diyordu. İçimden diyorum ki orada bakkal var, belki bir şeyler satarım. Zaten işim gereği o bakkala gitmeye mecburum diyerek o olumsuz havaya rağmen sokağa da o dükkâna da girerdim. Bakkala satış için söylemem gereken şeyleri söylüyorum. Afiş, promosyon, indirim, güler yüz, tatlı dil ne varsa gösteriyorum. “La mafiş.” Bakkal bütün silâhlarımı, bahane kalkanı ile savuşturuyor. Satamadan çıkıyorum. Ertesi hafta gene aynı, ertesi hafta gene aynı. Sokakla da, müşteri ile de yıldızım barışmıyor, bağdaşmıyor.

Bazı bölgelerde, muhit ve sokaklar pozitif. Yirmi bakkal ve üç market hepsi iyi. Fakat bir bakkal var ki; daha ilk gidişimde ben daha içeri girmeden, kapısı, vitrini, camı, çerçevesi ellerini kaldırıp “hooop! Ahbap gelme buraya” diye yüzüme bağırıyor sanki. Her hafta uğrasam da promosyon versem de olmuyor. Müşterinin bana karşı ses tonu bile değişmiyor. Yani buzdolabı gibi.

(SÜRECEK)