Cesaret, verildiği kadar alınan, alınabilen ya da bir şey midir?

Çorum’da Yazılıkaya Dergisini çıkardığımız günler. Dergicilik, yeni yazarlar keşfetme yolculuğudur biraz da. Kendi gelenler için pek bir sorun yoktur. Bir de yazı boyutunu hissettikleriniz vardır. Bu iş sabır ve kararlılık isteyen arkeolojik bir kazıya benzer.

Artık Atilla Lâçin’e sözü getirmenin sırasıdır. Atilla abi, sohbetleri keyifli bir canlı tarihtir Çorum’da. Şehrin kültürel etkinliklerinde sunuculuk yapan, şiir okuyan bir Cumhuriyet aydını ve kitap kurdu.

Hemen her karşılaşmamızda yazmasını istiyorum. O da ısrarla “Olmaz, ben yazar değilim” diyerek kestirip atıyor. Ama olsun, ben de ısrarla önerimi yineliyorum her seferinde.

Dergiye sponsör olan Çorum Haber’de bir öğle vakti Mehmet Yolyapar ve Ertuğrul Akkaya ile sohbet ediyoruz. (Ertuğrul ağabeyi sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.) Çaylarımızı içerken Atilla abiden dergiye yazı istediğimi, ancak cevabının olumsuz olduğunu söyledim. “Yahu” dedi Ertuğrul Akkaya, “Bırak şu Atilla’yı. Hiç uğraşma. Annesinin karşısına bir kamera koy, o anlatır her şeyi. Belleği de yerinde.”

Sustum. Sükût her zaman ikrardan gelmez. Başladığım işi yarıda bırakmak tabiatımda yok. Zaman aktı gitti.

Oğulcan’ı okula bıraktıktan sonra elimde çantam işe giderken gazete almak için her zamanki gibi İpek Kırtasiye’ye uğradım. Atilla abi erkencidir. Dükkânın en dibindeki masaya oturmuş gazete okuyor. Beni görünce selâmlaştık. Koşar adım yanıma geldi. “Nasılsın?” diye sordu. İşte o anda şimşek çaktı. “Fena değil”, dedim, “Senin için bahse girdim, bir 70’likle bir masa donatma kaybettim” dememle birlikte yuvasından fırlayan gözleri gözlük camlarına takıldı.

Nasıl yani?” diye sordu.

Arkadaşlara, “Atilla abi dergiye yazı verecek” dedim, “Onlar da o yazmaz” dediler. Ben yazar diye ısrar edince “Var mısın bir 70’liğine, masa donatması da cabası” dediler. Kabul ettim.

“Yazarım” dedi Atilla abi… Boynumu büküp “Dergiyi bağladık, geçti artık…” dedim.

Atilla abinin yüzünde bir hüzün bulutu, “Yazı yarın sabah elinde” dedi.

“Yarın Cumartesi abi, Pazartesi alsam.” diyerek dükkândan çıktım. Yüzümdeki muzip gülümsemeyi söylememe gerek var mı?

Pazartesi sabahı İpek Kırtasiye’ye girdiğimde çizgili dosya kâğıdına yazdığı yazı elinde beni bekliyordu.

“Yahu” dedi, “Yazıya başlık bulamadım. Ara başlıklar da lâzım ama… Sen ayarlarsın herhâlde… Bir de yazım hatam varsa…” derken ben yazıyı almış çantama koymuştum bile.

“Abi” dedim, “Ben bunu bilgisayarda yazarım. Ama sana telefon edince sendeki siyah beyaz fotoğrafları alıp gazeteye gelirsen iyi olur. Yazının görsellerini beraber seçeriz. “Eline sağlık…”

Dükkândan işe âdeta uçarak gittim. Gazetenin başlıklarına bile bakmadan bilgisayarı açıp yazıyı kayda geçtim. Öğlen arasında diskete yüklediğim yazıyı Çorum Haber’e dizgi için bıraktım.

Yazı dergide çıkınca hep olumla dönüşler aldık. Sözlü kültürün hazineleri ak kâğıda siyah mürekkeple kayıt düşülmeye başlamıştı. İlk yazıda anlattığı köyden biri Avrupa’daymış. Yazılıkaya nasıl ulaştıysa yazıyı okumuş, o yıllara geri gitmiş. Ama en güzeli Atilla abinin telefonunu bulup aramış.

Yayına ara veren Yazılıya son dönemde büyük bir gayretle yeniden okurlarıyla buluşmaya başladı. Ancak bana göre en büyük eksik Atilla Abi’nin yazıları… Ama biliyorum beni sever. Bir 70’lik rakı kaç para oldu? Yanında masa donatma da cabası…

Diye bitirmiştim yazıyı ancak ekonomik kriz denen ahtapotun kollarından biri Yazılıkaya’yı da kaptı. Umut bizim en eski ekmeğimiz… Ne dar boğazlardan geçti bu ülke. Bu da geçer yahu diyelim.