Eskiden ilkokul öğrencileri, her sabah, hep bir ağızdan “Andımız”ı okurlar, ondan sonra güne, derslerine başlarlardı.

Bu, çocuklara “milli ruh” aşılama, motivasyonlarını yükseltme ve kararlılık yükleme adına bir moral uygulamasıydı.

2013’te bir yönetmelik değişikliği ile kaldırıldı. Danıştay 8. Dairesi, Türk Eğitim-Sen’in açtığı davayı 2018’de sonuçlandırarak bu yönetmeliği iptal ederken, iddiaların, andın kaldırılmasını gerekli kılacak nitelikte görülmediği, metnin, Anayasa’da anlamını bulan kavram ve ilkeler olduğu kararına vardı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu karara itirazı üzerine de, Danıştay Dava Daireleri Kurulu, geçen hafta, andın okutulmasına ilişkin kararı iptal etti.

Ve yeniden yıllardır tartıştığımız noktaya döndük:

Türk, bir ırkın adı mıdır, yoksa kapsayıcı şekilde bir milletin adı mı?

*

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demişti.

Bize göre bu tanımlama, Çanakkale’de, Ulusal Kurtuluş Savaşında omuz omuza vatan savunması yapan, cephede kanları birbirine karışan, birlikte toprağa düşen Türkmen, Kürt, Çerkez, Laz, Boşnak, Arnavut, diğer tüm vatan evlatlarını ve onların çocuklarını, torunlarını kapsayan, kucaklayan bir anlayışın ifadesi.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkların hiçbirini inkâr etmiyor, “Türk” sözcüğünü üst kimlik olarak vurguluyor.

Nitekim “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle de bunu anlatmaya çalışıyor.

“Ne mutlu Türk olana” değil, “…Türküm diyene”…Yani, bu milletin bir bireyi olmayı benimsemiş, içselleştirmiş, kimlik kabul etmiş herkese “ne mutlu” diyor.

Dolayısıyla, “Andımız”dan kimlik çatışması çıkarılmaya kalkışılmasını anlamakta güçlük çekiyoruz.

*

Sanayi ve kültür devrimine ayak uyduramadığı için ekonomik olarak da güçsüzleşen Osmanlı’nın, din, dil, ırk, mezhep ayrımları körüklenerek nasıl parçalandığı, tarihimize acı örneklerle yazılmış durumda. Balkanların, Batı Trakya’nın, Arap ülkelerinin, Kuzey Afrika’nın, Akdeniz ve Ege adalarının, nasıl birer birer koparıldığını tarih kitaplarında kahrolarak okuyoruz.

Büyük Kurtarıcı Atatürk, tüm mazlum milletlere örnek olan kutsal bir başkaldırışla vatan topraklarını işgalden kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Ve milletinin önüne “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” hedefini koydu.

Bu hedefe doğru yürümek, ülkenin bütününü daha yaşanır hale getirmek, insanlarına mutlu bir yaşam sağlamak varken, ırk ve mezhep ayrımı tuzağına düşerek neden geleceğimizi karartıyoruz, neden çocuklarımıza kâbus gibi bir ülke bırakma oyununa geliyoruz?

*

“Andımız”, aslında kimseyi rahatsız etmeyecek bir “ulusal kararlılık” söylemi.

Bunu doğru anlamamızı engellemeye çalışan dış mihraklar, ne yazık ki başarılı olmuş gözüküyorlar.

Ve ne yazık ki, ülkeyi bölmeye çalışanlar, tarihin en ağır tezgâhına geldikleri gibi, uçuk liberal düşüncelerle emperyalizmin değirmenine su taşıyanlar da, utanılası bir öngörüsüzlük sergiliyorlar.

Atatürkçülük, vatan-millet-bayrak sevgisi ile yoğurulmuş anti-emperyalist bir düşünce sistemidir.

Bu bayrak altında birleşerek ancak, ülkemizi iyiye, doğruya, güzele taşıyabiliriz.