Genç bir Ziraat Mühendisidir Tahsin COŞKAN… Aynı zamanda da Atatürk’e yakın isimlerden biridir O…

Bir gün Atatürk, “Tahsin, gel benimle; seni bir yere götüreceğim” der…

Binerler arabaya, varırlar gidecekleri yere…

İnerler arabadan.

Genç Mühendis, önce önüne, sonra sağına, soluna ve de arkasına bakar; şoka girer. Bulundukları yer, kırk yıl düşünse, hayra yorabileceği bir yer değildir çünkü…

Yaklaştıkça burun direklerini sızlatan; yoğun ve de iğrenç bir metan gazı kokusunun egemen olduğu; su üzerinde hayvan leşlerinin yüzdüğü, leş kuşlarının, sinek ve sivrisineklerin kaynadığı bir bataklıktır burası…

Genç mühendis, “Ne işimiz var bu iğrenç yerde” yüz ifadesiyle Ulu Önder’e bakar ve bir açıklama bekler.

Uzun süre hiç konuşmadan çevreyi izleyen Atatürk; nihayet çıldırtan sessizliği bozar.

“Burayı satın alıp, bütün masrafı tarafımdan karşılanmak üzere; burada, bir orman çiftliği kurmak istiyorum Tahsin, ne dersin?” der.

Genç Mühendis’in şaşkınlığı katlanarak artmakta, dili dolanmaktadır.

Bir süre sonra da o şaşkınlığı, panik atağa dönüşür.

Paşa’nın tepkisini çekmeden düşüncelerini nasıl açıklayacağını tartıp, biçer; sonra;

“Paşam burası sizi de, bizi de, hepimizi de yer bitirir. Buraya ne para dayanır, ne pul. Ayrıca koca Ankara’da bunca mümbit toprak varken, neden burayı yeğlediniz Paşam?” der…

Atatürk’ün yanıtı, Atatürk’çe olur.

Der ki; “Ben zor olanı yapayım da; siz arkamdan kolay olanları yaparsınız.”

Ancak, Tahsin Çoşkan hâlâ şaşkın; “Paşam burada hiçbir şey yetişmez; boş yere hiç uğraşmayalım” deyince, Atatürk, sinirlenir.

“Tahsin, Tahsiiiinnn!” der; “Türk genci, yılgın olmaz. Denemeden, sonuna kadar mücadele etmeden asla ve asla pes etmez. Derhal ziraatçılardan oluşan bir komite oluştur, onları da buraya getir; komite olarak konuyu değerlendirip, bir rapor verin bana…” der.

… …

Atatürk’ün tüm güdüleme (motive) çalışmalarına karşın; Tahsin Coşkan’ın oluşturduğu komite; Coşkan’ın da telkinleri doğrultusunda “Bu alanda hiçbir şey yetişmez” şeklinde bir rapor düzenleyip; raporu Atatürk’ün masasına koyarlar…

Atatürk kendine özgü sessiz ve alaycı gülümsemesiyle raporu okur; raporun(!) üzerine şunları yazar.

“BURASI VATAN TOPRAĞIDIR; KADERİNE TERK EDİLEMEZ…”

Etmez de.

Tarih, 25 Mayıs 1933

Atatürk’ün yönergeleri doğrultusunda bataklık kurutan okaliptüs ağaçlarının dikimiyle başlanır işe. Peşinden köknar, çam, akasya ve diğer ağaçlar gelir…

Havuzlar yapılır.

İlk etapta mütevazı bir hayvanat bahçesi kurulur.

Bir süt ürünleri fabrikası yapılır.

Çalışmalar semeresini vermiş, ağaçlar boy vermiş, altında dinlenilecek, gölgesinden yararlanılacak hale gelmiştir.

Ankara halkının ayaklarının alışması için, trenle, ücretsiz olarak buraya taşınmasına da başlanmıştır.

Çiftliğe harcanan her bir kuruşun kaydı, titizlikle tutulmakta; harcanan her bir kuruş Atatürk’ün cebinden çıkmaktadır.

Yörenin önceki halini bilen Ankaralı, şaşkın ama çok mutludur.

Ortaya çıkan bu müthiş eser karşısında; en fazla utanan ve ezilenler ise; “burada ot bitmez” raporunu veren ziraat mühendisleridir.

Atatürk, bu olaya en fazla karşı çıkan Ziraat Mühendisi Tahsin Çoşkan’ı da çiftliğin başına getirmiş, onu çiftliğin müdürü yapmıştır.

* * *

“Şimdi nerden çıktı Atatürk Orman Çiftliğini anlatmak” diyorsunuz, değil mi?

Şuradan çıktı.

Bu ülkenin, her fırsatta, “En büyük çevreci biziz” diyen bir Cumhurbaşkanı var.

Bakın resimlere; resimler size anlatsın; kim ne kadar çevreci.

Ayrıca bir başka önemli noktada da şu.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümleri çerçevesinde aynı zamanda sit alanı olan bu orman; Ulu Önder’in halkına (yasal yükümlülükler yerine getirerek, yasal belgelerle) bağışladığı, Ankara’nın nefes aldığı tek ciğeri konumundaki tek alandı…

Bu güzelim ormanlık alan; bu ülkenin en tepesindeki kişi tarafından; Miras Hukuku ve Sit Yasası çiğnenerek, resimde görüldüğü hale getirildi.

Başka söze gerek var mı?