Bir ara Atatürk, bazı yakınlarıyla beraber ayrı bir odaya çekildi. Orada da müzik çalınsın istemiş. Oda küçük olduğu için Masarik ile ben gittik. Bir süre çaldıktan sonra Atatürk arkadaşlarına, “Size müzisyenlerin gücünü göstermek istiyorum” dedi.

Nota kâğıdı getirtti, Masarik’e uzattı, “Söyleyeceğim şarkıyı yaz” dedi ve Tosca’nın büyük aryasını söylemeye başladı. Masarik nota yazmasını pek bilmezdi. Bana baktı. Ben de ona “Almanca bir şeyler yaz…” dedim. Atatürk aryayı söylüyor, Masarik yazıyordu. Arya bitti ama Masarik’in yazdığı notanın parça ile hiç ilgisi yoktu. Atatürk notayı aldı, arkadaşlarına gösterdi ve her zaman müzisyenlere hayranlık duyduğunu söyleyerek bizi onurlandırdı. Sonra notayı Masarik’e uzattı ve “Şimdi bunu çalın…” dedi. Biz aryayı, notaya bakar gibi yapıp ezbere çaldık. Uzunca bir süre sonra Atatürk büyük salona çıktı. Biraz oturduktan sonra Masarik’in yazdığı notayı istedi, hemen getirip kendisine verdiler. O da yaverini çağırıp “Bunu kulübün orkestrasına ver, çalsınlar” dedi. Masarik ile ben Atatürk’ün masasında oturuyorduk. Ne yapacağımızı şaşırdık. Yavaşça ayağa kalktım, orkestranın kemancısına yaklaştım ve meseleyi söyledim. Orkestra elemanları nota kâğıdına bakıp inceler gibi yaptılar ve ezbere bildikleri aryayı çalmaya başladılar. Ben sevinçten yerimde duramıyordum. Çok güç bir durumdan kurtulmuştuk. Yavaş adımlarla yerimi almak üzere masaya döndüm. Tam oturacağım sırada Atatürk bana döndü ve “Olduğun yerde biraz dur…” dedi.

Sonra yaverini çağırttı, kulağına bir şeyler söyledi. Yaver büfeye gitti ve elinde bir bardakla döndü. Bardağı bana uzattı. Bir viski bardağına, ağzına kadar rakı doldurmuşlardı. Atatürk “Bir yudumda iç…” dedi. Yapılan sahtekârlığı daha başında anlamıştı ve beni cezalandırıyordu. İçkiye hiç dayanıklı değilimdir. Rakıyı bir yudumda içtim. Yan odalardan birine koştum, kanepeye uzandım. Bayılmışım.

Atatürk, yalnızca Tosca Operası’nı ya da Klasik Batı Müziğini değil, müziğin her türünü seviyordu. Hiçbir ayırım yapmadan müziğin bizzat kendini çok seviyordu ve insan yaşamında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyareti sırasında öğrencilerin “Hayatta müzik gerekli midir?” sorusuna verdiği şu yanıt bugün de aynı önem ve değeri korumaktadır:

“Hayatta müzik gerekli değildir, çünkü hayat müziktir. Müzikle ilişkisi olmayan canlılar insan değildir. Eğer söz konusu olan insan hayatı ise, müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten var olamaz. Müzik, hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız müziğin şekli düşünceye göre değişir.”

Atatürk’ün en sevdiği “E lucevan le stelle” adlı aryanın sözlerinin Türkçe çevirisi…

"Parlardı yıldızlar

ve mis kokardı toprak,

Gıcırdardı kapısı bahçenin

ve bir ayak sesi gelirdi topraktan.

O gelirdi, mis kokusuyla,

kollarımın arasına düşerdi...

Ah, tatlı öpüşler, yumuşak okşayışlar...

Heyecandan titrerken ben

güzelliklerin örtüsü açılırdı!

Sonsuza dek kayboluyor aşk hayalim...

Zaman uçtu gitti...

Bense ölüyorum, çaresiz!

Hayatı hiç bu kadar sevmemiştim!"

(*)Enver Kapelman (1903 - ?)

On yedi yaşında Muzika-i Humayun’da keman eğitimine başlayan Enver Kapelman, Mustafa Bey, Zeki Bey ve Karl Berger ile çalışmıştır. Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası’nın ikinci keman grup şefliğini yapmış olan Kapelman, Ankara Radyosu Salon Orkestrası’nda şeflik, Musiki Muallim Mektebi’nde de keman eğitimciliği yapmıştır. Atatürk’ün huzurunda keman çalan Kapelman’ın Atatürk’le ilgili anıları “Marşlarda Türkülerde Atatürk” isimli kitapta yayınlanmıştır. (Hacı Angı, Angı Yayınları, 1982)

Ne acıdır ki yaptığın araştırmada Enver Kapelman’ın ölüm tarihini bulamadım.