Çözüm bulması, çözüm üretmesi gereken sorumsuz sorumlu(!) yetkililerimiz, görmezden, duymazdan, bilmezden geliyor ama akıllara durgunluk verecek sayıda, “üniversite mezunu işsizler ordumuz” oluştu.

Oluşmaya da devam ediyor.

Atanamayan öğretmenler de bu ordunun bir parçası.

Plansız, programsız bir şekilde, darphanede para basar gibi öğretmen yetiştiren(!) bu fakültelerden mezun olan öğretmen adaylarımız, her yıl, işsizler ordumuzun neferleri arasında yerini alıyor..

Vicdan sahibi gören gözler, duyan kulaklar için çok vahim bir tablo bu.

Üç maymunu oynayanlar içinse, her şey güllük gülistanlık; endişe edilecek bir durum yok ortada!

Oysa sadece öğretmen olarak atanmayı bekleyenlerin sayısının, bir milyonu aştığı söyleniyor.

Dahası, (iş bulmuş gibi görünen) öğretmenlerin büyük bir bölümü (çok düşük maaşlarla) özel okullarda çalışıyor.

Bir bölümü de ne iş bulursa onu yapıyor. Amelelik, garsonluk, bulaşıkçılık, bar kapılarında fedailik… bu işlerden bazıları…

Büyük bir çoğunluk da hiç iş bulamadan, atanacağı günü bekliyor evlerinde, umutla.

Onlar umutla atanmayı beklerken, atanmayı bekleyenlerin sayısı hiç eksilmiyor; artıyor, artıyor, artıyor…

Uzmanlar, eğitim fakültelerine bugün itibariyle hiç öğrenci alınmasa bile atama bekleyenlerin atanabilmesi için çok daha uzun yıllara gereksinme olduğunu dillendiriyor.

* * *

Son günlerde, atanamayan öğretmenlerin ve ailelerinin iç burkan feryatları, ayyuka çıkmış durumda.

Doğal olarak üzülüyor insan.

Sizi bilmem ama o feryatlar, benim o günümü, çekilmez hale getiriyor. Gün boyu aklımdan çıkmıyor.

Kendi çocuklarımın ya da yakınlarımın o durumda olduğunu varsayıyor; üzülüyor, isyan ediyor, kahroluyorum.

Böyle çarpık bir düzende bir genç, kolay yetişmiyor çünkü.

Bu durumu en iyi, çocuklarını bir yerlere getirmek için ömürlerini adayan anne ve babalar bilir ve anlar.

Çünkü o anne ve babalar için dişinden tırnağından artırarak, bin bir güçlükle üniversitelerde okutup, mezun ettikleri çocukları; onlar için, okullarından mezun olduğu andan itibaren çok iyi bir öğretmendir.

Ya da çok iyi bir iktisatçı, çok iyi bir işletmeci, çok iyi bir hukukçu, çok iyi bir mühendis, çok iyi bir mimar, çok iyi bir gazeteci, çok iyi bir denizci, çok iyi bir doktordur. (Ya da hangi üniversitenin hangi fakültesini bitirdiyse) o mesleğin en iyisidir çocukları.

En iyi kadrolara, en iyi orunlara (makam) atanmayı hak etmişlerdir.

Böyle düşünür anne babalar.

Üniversite bitirmiş çocuklarının atanamamaları, iş bulamamaları züldü, eziyettir, haksızlıktır.

Böyle bakarlar olaya…

Böyle bir şeydir işte anne, baba olmak.

* * *

Bu durum madalyonun bir yüzü.

Bir de diğer bir yüzü var.

Ülkemizin dört bir yanına (malum talep ve baskılarla) plansız, programsız ve altyapısız bir şekilde; yüksekokullar, fakülteler, üniversiteler açılıyor.

Altyapısız bu yüksekokullar, bu fakülteler, bu üniversiteler, zar zor oluşturabildiği öğretim kadrolarıyla, öğrencilerine ne veriyor ya da ne verebiliyor; bunlar hiç konuşulup, tartışılmıyor.

Yüksekokul dediğimiz, fakülte dediğimiz, üniversite dediğimiz bu kurumlardan mezun olan öyle kişilerle karşılaşıyorsunuz ki; şaşıp kalıyorsunuz; “bu çocuk, bu fakülteyi, nasıl bitirdi?” diye…

… …

Hiç unutmam; Antalya Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde yatan bir hastamı ziyarete gittiğim anlarda o stajyer doktorları görüp, şaşırmıştım.

Elleri ayaklarına dolanıyor, ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bilemiyorlardı.

Nitekim o doktorlardan biri, şunu itiraf etmişti oracıkta; “Biz okullarımızdan pek çok şeyi öğren(e)meden mezun oluyoruz. Ne öğreniyorsak, burada öğreniyoruz..”

Üzülmüştüm; hem ülkem adına, hem onlar adına, hem hastam adına.

Çünkü hastamı, tedavi ediyoruz diye haşat etmişlerdi.

* * *

Geçtiğimiz gün de sosyal medyada, atama bekleyen bir Türkçe öğretmeninin feryadını yansıttığı duyurusunu görüp, yine çok üzüldüm.

Atama bekleyen o Türkçe öğretmenimizin duyurusu, aynen şöyleydi.

“Bende atanamıyan bir türkçe öğretmeniyim, maduruz, herkeze sesimizi duyuralım arkadaşlar…”

On sözcüklük bir tümcede beş yazım hatası.

Vay benim Türkiye’m vay!

Vay benim “öğretmen yetiştirdiğini sanan” yüksek okullarım(!), fakültelerim(!) vay!

Vay benim atama bekleyen Türkçe Öğretmenim(!) vay!

Gel de “iyi ki atamamışlar ya da iyi ki atamıyorlar seni/sizi” deme…