"14 Şubat tarihi bilindiği gibi Sevgililer ve aynı zamanda da Dünya Öykü Günü"
Aşk ve öykü birbirinden ayrı düşünülemez iki konu.
Aşklar; öyküleri ve tüm sanat dallarını besleyen bir nehir gibi...
Aşk; binlerce öykü ve yaşama yansıyan haliyle sanatın tüm alanlarının arkını besler, büyütür...
Aşk; sanatın varlığını besleyen can, yön veren ana damardır...
Bu beslenmenin düşsel ve gerçek olması üretimi çok etkilemez. Değerli olan aşkın; duygular üzerinde yarattığı olağanüstü duygu durumlarıdır.
Aşk; şifresinin çözümü için günümüz insanlarının hala çaba harcadıkları minik sözcük. Konuyu araştıranlar aşkı, mantık ve akıl dışı bir duygu olarak tanımlanmakta. Aşk için, yüzyıllardır sanatçılar, düşünürler, bilim adamları değişik tanımlamalar yapmışlar.
Aşkın tarifi için;
Aristo; “aşk acı çekmektir” demiş.
Âşık Veysel; "seversin, kavuşamazsın aşk olur, kavuşursan meşk olur” demiş.
Freud ise; “yaşamın temelinde duygulanma, duygulanmanın temelinde de aşk vardır” demiş.
Aşkın tarifi için; "dünyanın en güzel yanılsaması, kişinin kendi varlığından vazgeçip, başkası için yaşamasıdır” denilebilir. Gerçek aşkta, insanın kendi bedeninin ve varlığının anlamı kalmaz.
Aşk; "tutkulu, kırmızı, bencil, gel-gitler arasında, sarsıcı, yakıcı, bir tür bilinç kaybı, delilik sayılabilecek bir duygu durumudur." Aşk,“bir tür hastalıktır” demek daha doğru olur herhâlde…
Aşık olan kişinin bu dönemde aklıyla, mantığıyla beş duyusuyla bağlantısı kesilebilir.
Bütün duygular ve düşünceler tek bir insana yönelmişse, o kişi âşıktır.
Aşkla, sevginin aynı duygu olduğunu savunmak aslında bir yanılgıdır. Sevgi; aşktan oldukça farklı rahatlatıcı, serinletici, insanı çoğaltan, üretime yönelten, huzur veren bir duygu durumudur. Toplumda "sevdiği için" kendine ve başkalarına acı çektiren insanları pek görmeyiz.
Ama âşık olduğunu söyleyenlerin yarattığı olumsuz olaylar toplumu ve bireyleri sık sık üzmüştür. Bu üç harfli minik sözcük, insanları yüzyıllardır nedenleriyle sonuçlarıyla uğraştırmıştır. Aşk için yapılan tanımların bir yerlerinde her zaman insanın acı çekmesine ait izler vardır. “Mutlu Aşk Yoktur” şiiri yaşamda da gerçektir.
Kiminle bu konu üzerinde söyleşsek, “En büyük aşk benim aşkım.” denildiğini duyarız. Doğrusu keşke aşkı ölçen bir âlet olsaydı, belki herkesin kalp atımına göre ne kadar âşık olduğu ortaya çıksaydı...
Aşkı, yeryüzünde ne kadar güzellik varsa, hepsiyle özdeş düşünebiliriz.
Aşkı yeryüzünde yaşanılan şiddet, tehdit, acı vermek hatta "ölmek ve öldürmekle" yanyana düşünmek yaşama güzelliklere en büyük ihanettir. Ne yazık ki aşkı, "ölümle" yanyana düşünebilen insanların var olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Gül gibi genç kızları, kadınları, karşılık almadıkları zaman, “Ya, benimsin ya toprağınsın” diyerek kara topraklara seren insana da sorsanız; “çok seviyordum öldürdüm” diyebiliyor!!!!
Aşkın temsil etmesi gereken, duygunun yaşamla ölçülü olduğunu bu topraklar belki çok ileri tarihlerde anlayabilir...
Aşk konusunda yine herkesin aşkı kendine büyüktür, çünkü yangın yerine dönen kendi yüreğidir.
Sevdiğini evrenin tüm nesnelerinde gören yine kendi gözleridir.
Ferhat’ın Şirin’i görmek istediği gibi görmesi de bu nedenledir.
Yani aşkın büyüklüğü hem engellerinin aşılmaz oluşundan, hem de kişinin kendi iç dünyasındaki çırpınış ve savrulmalarla orantılıdır.
Tarihe mal olmuş, büyük sevdalar her birimizi derinden etkiler. Aşk, sevda denilince, en zalim adamdan, diplomat yapılı kadına kadar herkesin etkilendiği bizim toplumumuz her şeye rağmen duygularını büyük baskılar altında yaşamakta.
Aşkta; yenik düştüğümüz, ulaşılmaz bulduğumuz, hayallerimizin peşinden sürüklendiğimiz de olmuştur.
İnsan ihtiyaçlarına bakıldığında; bedensel ihtiyaçların giderilmesinin bireyin tam anlamıyla mutlu olmasına yetmediği gerçeğini birçoğumuz biliriz. İnsanın mutlu olabilmesi için, duygularının da birçok ihtiyaçları vardır.
İşin doğrusu, insanların içini ısıtan, varlıklarını çoğaltan, düşünce ve duygu dünyalarını büyüten,"aşk, sevda, sevgi" ilişkilerini pek göremiyoruz. Gördüğümüz, az sayıda iyi ilişki sayılabilecek duygusal yakınlıklar, daha iyi örnekler olamadığı için bize "aşk, sevda, sevgi" gibi geliyor olabilir.
Çok da iyi ilişkilerin yaşanmadığı toplumda, sevgililer gününde alınan "çiçek, gül, yüzük, kolye" ve yenilen bir romantik akşam yemeği yaşanan olumsuzlukları unutturabilir mi?
Sorunları biriktirerek, yılın bir gününde “canım, hayatım, bir tanem” masalı hiç kimsenin beraberliğini kurtaramaz. Ancak, var olan sorunun üzerine parlak bir örtü örtülmüş olur ki, o örtü de uzun süre yerinde duramaz!
Bu zorlamalar yerine, gerekli olan özeni her zaman göstermeleri sevdayı, aşkı besleyen ve büyüten yöntem olabilir. Bu yazıyla belki içinizi karartmış olabilirim. Ama benim görebildiklerim ne yazık ki böyle... Bu arada aşk ve sevda birçoklarımız için, yarın kaygısı, iş, ekmek, çoluk çocuğun ihtiyaçlarının arasında cılız bir arzu, gereksiz bir duygu olarak düşünülebilir.
Topluma bir başka taraftan bakıldığında da; yaşanılmayan "aşk, sevda, sevgi" gibi bastırılmış duygular kimilerinin yaşamında derin ve büyük bir duygusal boşluk olarak durmuyor mu?

İKİ KALP

İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.

Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde gösterisi zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.

Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Cemal Süreya