Televizyon yayınları parça tesirli bomba sanki… Sadece terör ve şiddet değil aynı zamanda toplumun çekirdek hücresi olan ailenin de genleriyle oynanarak insanlara format atılmaktadır. Yeni Köleci Çağ’ın ailesi, genleriyle oynanmış tohumlar gibidir. Kültür köklerinden koparılmış uzaktan kumandalı köleler… Ama köle olduklarının farkında bile değiller.
2007’de ileri tetkikler için Ankara’ya gittiğimde teyzemlerde kalmıştım. Eve adım atar atmaz “Bizim seyrettiğimiz diziler var” tebligatı yapıldı. “Sorun değil” dedim. “Çantamda okuyacak kitaplar var…”
Teyzem önemli bir bankanın avukatı ve hukuk müşavirliğinden emekli... Rahmetli eniştem ise büyük bir kamu şirketinde daire başkanlığı yapmış bir bürokrat. Yani her ikisi de yüksek öğrenim görmüş yurttaşlarımız, aydın insanlar.
İşin vahim tarafı küresel çeteler, onları da televizyon dizileri ile denetim altında tutmaktadır. İşin tehlikeli tarafı ise bu durumdan ne yazık ki haberdar değiller.
Bir gece, onlar dizilerini izlerken ben fakir kitabımı okumaktaydım. Dizi filmde bir anne kızıyla konuşmaktadır.
“Aman kızım bu sefer dikkatli ol… Bak, geçen sefer ne sıkıntılar çektik. Adam evliymiş, kürtaj yaptırdın. Bu sefer dikkatli ol lütfen…”
Anne kızına sanki “Aman kızım terli, terli soğuk su içme…” edasıyla nasihat vermektedir.
Bu konuşma karşısında sabrım taştı. “Yahu bu diziler çoluk çocuk herkesin televizyon seyrettiği bir saatte toplumun ahlaki genleriyle oynuyorlar. Meşru olmayan ilişkiyi doğal bir davranış gibi sunuyorlar. Kültür genlerindeki ezberler bozuluyor…” dedim ve ekledim “Düpedüz ahlaksızlık bu…”
İki değerli büyüğüm şaşkın bir yüz ifadesiyle baktılar bana.
Onlar dizilerini izlemeye devam etti, ben kitabıma döndüm.
İki üç gece sonra ben kitap okur, onlar da dizi izlerken bir reklam arasında teyzem enişteme seslendi. “Çocuk doğru söylüyor vallahi… Bu diziler ahlakı bozuyor resmen…”
Yüksek öğrenim görmüş iki yurttaştan söz ediyoruz. İlkokul üçten terk insanlarımıza kızmaya hakkımız var mı? Televizyonlar üzerinden algıları yönetilen, açlıkla terbiye edilen ve sadaka bağımlısı yapılan insanlarımıza kızmak kolay ama yanlış. Geldikleri durum bir sonuç çünkü…
Arena, şiddet ve spor…
Arenanın sözcük anlamı kum demektir. Eski Roma’da gladyatörlerin ölümüne dövüştükleri ve İspanya’da boğalarla ölümüne dövüşülen alanlara “arena” denilmektedir. Bu alanlar kumla kaplıdır. Arenanın “kum” anlamına da geldiğini beraberce hatırlayalım…
Eski Roma’da on binlerin izlediği ölümüne dövüşlerin yapıldığı yerlerdir arenalar. Şiddetin seyirlik bir gösteri haline gelmesidir. Günümüzde İspanya’da gladyatörlerin yerini boğalar ve matadorlar almıştır. Şiddet ile hazın buluşturulması…
Stadyum ise çeşitli spor karşılaşmalarının yapıldığı seyircilere de yer ayrılmış alanlara verilen bir isimdir. Ancak…
Evet, ancak diyorum… Çünkü bu yakın zamana kadar böyleydi. Şöyle bir belleğinizi yoklayınız lütfen… Çağımızda artık “stadyum” sözcüğü yerine “arena” kullanılmaktadır.
İşte konumuz şiddet olduğu için bu sözcüğü, arena, sorgulamamız gerekmektedir. Eğer gerçekten içtenlikle şiddete karşı çıktığımızı söylüyorsak.
Sadece futbol karşılaşmalarının yapıldığı yerlere değil kapalı spor sahalarına da arena denmeye başlamıştır. Her yer arena, şiddet her yerde…
Ancak gelin görün ki spor karşılaşmalarında şiddet şımartılmış bir şekilde kılıç kalkan oynamaktadır. Gel de inan sporun “sevgi, barış ve kardeşlik” olduğuna…
Bir taraftan da spor alanlarında şiddete karşı çıktıklarını söyleyenler, yöneticisinden medyasına hiç kimse bu “arena” ifadesine karşı çıkmamaktadır. Kitlelerin tarihi alt bilinçlerinde ise arena sözü ölümüne dövüşen gladyatörleri, boğa güreşlerini çağrıştırmaktadır. Çağımızın arenalarında şiddet kum kaplı alandan tribünlere tırmanmıştır.
Buradan herkese sesleniyorum. Ey şiddete karşı çıktığını söyleyenler, ey aydınlar, ey medya… Kim sevgi, barış ve kardeşlikten yana, kim şiddetin değirmenine bilerek veya bilmeyerek su ve rüzgâr oluyor?
Arenaların sorgulanması bir içtenlik duruşudur…
“Ölmeye, ölmeye geldik”, “Buradan çıkış yok” sloganlarının sosyokültürel köklerinde kitleleri şiddet ile yöneten egemen güçlerin olduğunu gördüğümüzde şifre çözülecektir.
Egemen güçler medya eliyle ve özellikle televizyon yayınlarıyla kitlelerin sosyokültürel genleriyle oynamaktadır. Toplumun çekirdek hücresi ailenin genleriyle oynandığında çekirdeğinde ürün alınamayan “yeni insan” türü ortaya çıkmaktadır.
Kitleler, taraftar forması altında birbirleriyle dövüşürlerken baş düşman küresel çeteleri göremez hale gelmektedirler. İnsanlar birbirlerini kırarken efendilerin iktidarı sürüp gitmektedir.
Meraklısı için ek: Egemen güçlerin kasasından beslenen medyanın bu konuda samimi bir duruş göstermesini beklemek abesle iştigal etmektir. Bu konuda toplumu bilgilendirmesi ve toplumsal bilinçteki ezberleri bozması gerekenler aydınlardır. Yeter ki aydın olduklarını hatırlasınlar.