İslamiyet’le Arapçılığı birbirine karıştıran, daha da doğrusu bilinçli olarak karıştırmak isteyen Araplaşma sevdalısı, saplantılı büyük bir kitleyle iç içe yaşıyoruz.

Ortamını bulsa “ben Türk değil Arap’ım” diyecek, aklını, fikrini dinle bozmuş zırcahil bu kitle, bu ülkeyi her konuda yerinde saydırıyor.

Araplaşır, Arap olursa; ‘çok daha iyi bir Müslüman olacağını’, Tanrı’ya daha yakın olacağını sanıyor.

Birileri de böyle bir zihniyetin varlığını, “aman din kardeşliğimiz etkilenmesin / yıpranmasın” düşüncesiyle saklıyorlar.

* * *

Geçenlerde bu kafadaki biriyle söyleşiyoruz.

“Türklük ne ki…” diye söze başlayacak oldu; benim sert tepkimin sonucu geri adım atmak zorunda kaldı.

Türklüğünden utanan hasbelkader üniversite bitirmiş, makam mevki sahibi olmuş bu muhtereme; “Sen, ‘Tüm Türklerin belasını ver Cenabı Rabbim…’ diyen Cemal Abdülnasır denen salağı tanıyor musun?” dedim.

Yanıt vermedi.

“Eli kalem tutan Araplar, yüz yıllardır Türkleri kötülüyor, hakaret ediyor, başlarına gelen her felâketten Türkleri sorumlu tutuyor!

Bu tavır, Arap kültürünün ayrılmaz parçasıdır… Bundan haberin var mı?” dedim.

Yine yanıt vermedi

“Üç kelimelik ömrüm kalsa; ‘uktülühü - uktülühü - uktülühü’derim’ diyen Arap Komutan Ebu Kuteybe salağını bilir misin?” dedim.

Yine yanıt vermedi.

“O salak da, ‘hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün…’ diyor, dedim.

Başını önüne eğdi.

Toledo Kadısı “Sa’id Al-andalusi; Kitab Tabakat al-Umman adlı kitabında, ulusları bilimle uğraşıp / uğraşmadıklarına göre iki kümeye ayırır; Türkleri ‘bilimle uğraşmayan’ kümesine koyduktan sonra, bu kümede yer alan Türklerin, insandan ziyade hayvana daha yakın olduklarını anlatır..’ bu konuda bilgin var mı?” dedim.

Yere bakan başını kaldırdı; “Tamam…” dedi. “Kapatalım bu konuyu…”

“Kapatmayalım, dinleyeceksin beni” dedim, devam ettim.

“Okumadan, araştırmadan ahkâm kesiyorsun(uz). Dinleyeceksin beni” dedim.

Anlatmaya başladım.

… …

* * *

“Arap’ların, Türk’lere ilk saldırısı Halife Ömer döneminde oldu.

İslam Orduları, Kafkaslar Bölgesi’nde Hazar Türkleri ve Türgeş Türkleri ile çatışmaya girdi.

Türklere (Hazar Türklerine) saldırı Halife Osman döneminde de devam etti. Halife Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türk'lerinin topraklarına girip Derbent'i yağmalayıp; Başkent Belencer’e dayandı.

Arap saldırıları, Emevilerin halifeliği ele geçirmelerinden sonra da devam etti.

Bitti mi?

Bitmedi.

Arap'ların Türk ülkelerine saldırıları ve yağmalamaları devam etti.

En şiddetli savaşlar Emeviler döneminde yaşandı.

Türkleri en dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan Ebu Kuteybe komutasındaki acımasız EMEVİ ordusu yakalayabildiği tüm Türk' leri ya kılıçtan geçirdi ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdü.

Ancak Karataylar gibi Litvanya’ya; Gagavuz'lar gibi Rusya'ya; Bulgar Türk'leri, Macar Türk'leri gibi Avrupa’ya kaçabilenler canlarını ve kimliklerini kurtardılar…

Ve bu Türk Boyları, Arap’lara olan kızgınlıklarından dolayı ya Musevi oldular ya da gittikleri ülkelerin dinini kabullendiler.

Ve zaman içinde de yerleştikleri coğrafyalarda (çoğunlukla) asimile oldular...

Ama hâlâ Türk olduklarının bilincindeler ve kendi aralarında ‘turan toplantıları’ yapmaktalar.

Nitekim Macar Genci Vona Gabor, ata kimliğine sahip çıkan Türklerden biri olup, mensubu olduğu Jobbik Partisi, Macaristan’da ana muhalefet partisi konumundadır.

GAGAUZ Türkleri de hâlâ TÜRKÇE konuşmakta; TÜRK olarak varlıklarını sürdürme arzu ve iradelerini hâlâ diri ve canlı tutmaktadırlar...

Yazarımızın Notu. Yazımıza, yarın, kaldığımız yerden devam edeceğiz.