Benim örnek kavak yetiştiriciliğim. Manisa-Turgutlu yöresinde; bildiğimiz selvi kavak türlerinden farklı, son derece uzun boylu olan, ayrıca dip ve uç kalınlık farkı çok az olan bir tür var.
Geniş çatılarda, bunlar kabuğunu soymanın haricinde, işlem görmeden kullanılmıyor.
Turhal'da bu türü yetiştirmek istedim.
Turgutlulu bir dostumuz Turhal'a gelmişti. Kendisinden o kavakların fidanlarından 50 adet temin etmesini, İzmir'den geçecek kamyonumuzun kendisinden alabileceğini anlattım.
Böyle bir işimizi görmenin kendisi için "zevk sayılacağını" söyledi.
Kamyonumuz geldi. Fidanlar şoför mahallinin üstüne kökleri çıplak olarak konulmuştu.Turgutlu'dan Turhal'a gelinceye kadar kökleri kurumuştu.
Ayrıca fabrikada bayram arifesi olduğu için dikme işlemi olmamış, bayram günleri boyunca çıplak bekletilmiş ve şiddetli don ayazını da görmüştü. Yani fidan dikme sırasında olabilecek olumsuzlukları tamamı yaşanmıştı. Ayrıca gelen fidanları istediğim cins olduğundan da şüpheliyim. Sonuç sıfır.
Turgutlulu dostumuz, şoförümüz, fabrikadaki personelimiz dahil hepsine; işin önemini, bölgemizde olmayan iyi bir cinsin türün kazanım olacağını anlatmıştım.Üstelik bu insanlar, İstanbul'un Nişantaşı'nda yetişip ağacı cadde kenarında veya parklarda görmüş olanlar değil, çiftçi çocukları idi.
Buna rağmen bu kadar olumsuzluk neden yaşandı.
Çünkü böyle bir işi anlamaya onların beyinleri hazır değildi.
Ben konuşurken, "Bizim buralarda kavak ağaçları ile dolu. Üstelik iyi cins." diye dinlediler.
Gerçi her şey mükemmel yapılsa toprak, su, hava şartlarının farkı olumsuzluk yaratabilirdi.
* * *
Arap Baharı'ndan sonra yaşananları bizim kavak olayına benzetiyorum.
Tunus'tan başlayıp, Afrika'nın kuzeyini taradıktan sonra sınırlarımıza kadar gelen "Arap Baharı"nın demokrasi getirme beklentisi çatışmalara dönüştü. Binlerce insan öldü. Nerede duracağı da belli değil.
Türkiye; demokrasiyi "Demir Kırat " olarak 70 sene önce tanıdı.
Bu zaman içinde düşe-kalka günümüze geldik ama yine de her şey mükemmel değil.
Türkiye'nin bu konuda geçmişi daha eskilere dayanıyor.
Ömürlü olamamış ama 2. Abdülhamit zamanında (1876) kurulmuş bir meclis var.
Arap Baharı diye umutla başlanan fakat karmaşaya dönüşen olayların yaşandığı ülkelerin diktatörler veya krallar tarafından yönetilmiş.
Bizim kavak olayı için kullandığım "Beyinleri hazır değildi" lafını Afrika ve Ortadoğu için de kullanacağım. Ayaklanmalar demokrasi için değil, idareci değiştirmek içindi.
Arap Baharı'ndan sonra Mısır'da seçimle iş başına gelen hükümet kısa zamanda ihtilalle devrildi. Çok insan idam edildi. İşin garip tarafı; Amerika Birleşik devletleri ve AB devletleri tarafından olayyın kabul görülmüş görüntüsü var.
Gelinen nokta çok çetrefil, çok riskli. Libya'da Kaddafi, Mısır'da Mübarek, Irak'ta Saddam, Suriye'de Hafız Esad zamanına hasret duymaya başladım. Onlar yaşarken, ülkesinin başında iken acımasız bir şekilde eleştiriyorduk.
İnsan bu yönden bakınca "Acaba lazım adamlar mıydı?" yahutsa "Yörenin insanları onları mı hak ediyor?" diye düşünmeden edemiyor.
Bu da ayrı bir yazı konusu. Devam edeceğim.
En güzel günler sizlerin olsun...