İki yüz yıldan bu yana coğrafyamızda yaşananlara baktığımızda, başımıza gelenlerin büyük bölümünün aralık bırakılan kapılardan kaynaklandığını görebiliriz.
Belki de ben o yüzden “Aralık bırakılan kapılardan” korkuyorum.
Necip Fazıl Kısakürek bir ifadesinde ne demiş;
“Biz ne şandan hastayız ne şöhretten hastayız,
Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık, ta o zamandan beri cereyandan hastayız”
Ne demek istediğini seneler sonra anlayabilenler oldu mu acaba?
Devlet yönetiminde kapı aralık kalınca, o aralıktan nelerin içeri girdiğini belki seneler sonra sonuçları şamar gibi yüzünüze çarptıkça anlayacağız. Ama bedelini ödemiş olarak.
Kapıların her türlü tehlikenin gireceği gibi aralık bırakılması iki temel sebebe dayanmaktadır. Cehalet ve gaflet birleşince ardına kadar açılan kapılardan her türlü ihanetin de girmesi ve zemin bulması kaçınılmazdır.
1944 senelerinde aralanan devlet kapısından nelerin girdiğini 1970- 2010 seneleri arasında ülkemiz kan gölüne döndüğünde anlamaya başladık. Ne yazık ki şimdi bile yeterince anlaşılmış değil.
Sadece fazladan birkaç milletvekili çıkarmak için okuma yazmayı sonradan öğrenmiş bir vatandaşı bakan bile yapabilecek kadar ölçüyü kaçıran siyasi iradeler görmedik mi?.
Otel odalarında çıkar pazarlıklarıyla kurulan hükümetlerle idare edilmedik mi?. Kapılar aralanınca oralardan nelerin gireceğini artık kimse kestiremez.
Devletin en yüksek makamları “Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz” dediği zaman yargının da kapısı aralık kalmadı mı?
Yargının en yukarısı “Yargı vicdanla cüzdan arasına sıkışmıştır” derken aralık kapılardan nerelere kadar sızıldığına işaret edilmedi mi?
Bir yanda üniter devlet savunulurken, diğer yanda farklı dillerde eğitim yapılmasının kapısı aralanmadı mı?
Farklı dil talebinde bulunanların, silahlı katliamlarla dayattığı ayrı devlet isteklerine sözde karşı çıkılmadı mı?
Bütün bunlar birkaç milletvekili ve belediye başkanı kazanabilme uğruna yapılmadı mı?
Aradan birkaç on sene daha geçecek. Bu millet yeni belaların başına nasıl geldiğini televizyon programlarında tartışanlardan dinleyecek.
Aslında hepsine kendimizin sebep olduğunu, çanak tuttuğumuzu bilmeden…
Beynimiz öyle yıkanır oldu ki bunların hiç birini göremez olduk.
Pazardan iki kilo domates alırken bile birkaç tezgah dolaşan, daha kalitelisini arayanlar, devlet yönetimini emanet edeceği kişilerin seçiminde domates seçecek kadar seçici oluyor mu?
Cehalet ve gafletin araladığı kapılardan bakalım daha neler girecek ve hangi musibetleri, neden yaşamak zorunda olduğumuzu kaç sene sonra anlayacağız?
“Ne o?
Siz de mi korkmaya başladınız aralık bırakılan kapılardan?
O zaman itin elinizle…İtin yüreğinizle…İtin aklınızla…
Her Gününüz Güzel Olsun.