Dünkü yazımın sonunu “Peki, Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından neden bu ağır eleştiriler yapılmaktadır?” diye bağlamıştım.

Bunun için öncelikle Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) sürecine kısaca bir bakalım:

1959'da o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) başvurulmuş, 1963'te Ankara Antlaşması imzalanmış, 1987'de tam üyeliğe başvurulmuş, 1995'te Gümrük Birliği imzalanmış, 1999'da aday ülke olarak kabul edilmiş, 2005'te üyelik müzakereleri başlanmış bir süreçtir.

Ve bu sürece hiçbir siyasetten de bir itiraz gelmemiştir.

Aslında 99 yaşındaki Türkiye'nin 63 yıllık AB süreci, Tanzimat'la başlayan ve 200 yıldır devam eden Batılılaşma sürecinin ete-kemiğe bürünmüş bir ifadesidir.

***

Olaya bir başka açıdan daha bakalım:

AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu olan NATO'nun merkezidir. Ve de bugünkü burjuva devlet kültürünün doğum yeridir.

Türkiye böyle bir sistemin içine bu olguları bilerek girmek istemiştir.

Bugüne kadar mecliste yer alan hiçbir siyaset de buna hayır dememiştir.

Elbette AB'nin, içine almak istediği ülkelerden istediği kriterler vardır ve de olacaktır. İşte bu nedenlerle, eğer gerçekten AB'ye girilmek isteniyorsa bu eleştiri ve endişeler paylaşılmalı, gereği yerine getirilmelidir.

Ya da AB kapılarında beklenmemeli, içeriye dönük hamaset yapılmamalıdır.

***

Oysaki AB adayı olan Türkiye:

Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir.

Kısa adı AGİT olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurucu üyesidir.

Avrupa Sivil Havacılık Konferansı (ECAC) gibi Avrupa örgütlerinin kurucu üyesidir.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) üyesidir.

Avrupa Yayın Birliği’nin (EBU) üyesidir.

Avrupa Patent Ofisi (EPO), Avrupa Telekomünikasyon Standartları Enstitüsü (ETSİ), Avrupa Ragbi Federasyonları Birliği (FIRA), Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) gibi Avrupa kuruluşlarının üyesidir.

Ayrıca NATO üyesidir.

Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış bir ülkedir.

Ayrıca İslam ülkeleri içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) yargıcı bulunan bir ülkedir.

Yani Avrupa içine büyük ölçüde girmiştir Türkiye.

***

İşte bu olgular nedeniyle AP ve genelde AB kararlarını eleştirirken şu soruları da kendimize bir sormak gerekmez mi?

Eğer bu ülkede yargı, toplumun güvenini sarsmış ve de halen sarsıyor ise...

Tam 99 yıldır etnik ve inanç eksenli sorunlar çözülmemiş ve bir iç çatışmaya dönüşüyor ise...

Yükselen işsizlik sorunu çözülemediği gibi, her gün biraz daha büyüyor ise...

Halen devlet kadrolarında, liyakat dışı siyasi bir kadrolaşma yapılıyor ve toplumun devlete olan güveni giderek sarsılıyor ise...

Ve de siyasete duyulan güvensizlik ve öfke, devlete yöneliyor ise...

Batı'dan gelen eleştirilere öfkelenmek değil, bu sorunları çözmek gerekir.

Ve de bu ülkede:

Namus, özünden uzaklaştırılıp yalnız kadının cinselliği üzerinden sorgulanıyor ise...

AB'de sözü bile olmayan kadına şiddet, bu ülkede sıradan bir olay gibi yaşanıyor ise...

Batıya öfkelenmek ve bir hamasetle meydan okumak mı gerekir, yoksa bu sorunları çözerek Batı'dan gelen bu ağır ifadelere muhatap olmamak mı gerekir?

***

Ve de ayrıca bilinmelidir ki:

Her ne kadar bir Hıristiyan kulübü gibi görünse de…

Küresel sermayenin önemli ve Avrupa’daki bölümü olsa da…

400 yıl bir Rönesans dönemi yaşanmış ve bir demokrasi kültürü yaratılmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşu ile Türkiye’ye yansıyan bu kültürdür.

Nitekim reformlar oradan alınmıştır.

Laiklik oradan alınmıştır.

Medeni hukuk oradan alınmıştır.

Ceza hukuku oradan alınmıştır.

Ölçü, tartı, takvim, saat oradan alınmıştır.

Yeni rakamlar oradan alınmıştır.

Ve Latin Harfleri oradan alınmıştır.

İşte bu nedenlerle AP kararlarına öfkelenerek 1998’den bugüne, “kabul etmiyoruz, tanımıyoruz” denilirken bu olgular da bilinir olmalıdır.