Avrupa Parlamentosu, 24 Kasım 2016 günü Türkiye ile müzakerelerin durdurulmasına karar verdi. Üstelik ezici bir çoğunlukla... 37 ret, 479 evet, 107 çekimser oyla...

Türkiye'den sert tepkiler gösterildi, "Hiçbir hükmü yok" denildi. Doğrudur. "Yok hükmündedir" denildi. Doğrudur. Çünkü bu bir tavsiye kararıdır. Eğer AB onaylarsa geçerliliği olacaktır.

Avrupa Komisyonu da 9 Kasım 2016 günlü İlerleme Raporu'nda ağır eleştiriler yapmıştı.

İşte bu rapor üzerine, 14 Kasım 2016 günlü yazımda "Olaya bir de başka açıdan bakalım" diyerek;

"AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu NATO'nun merkezidir. (...) Eğer gerçekten AB'ye girilmek isteniyorsa bu eleştiri ve endişeler paylaşılmalı, gereği yerine getirilmelidir. Ya da AB kapılarında beklenmemeli, içeriye dönük hamaset yapılmamalıdır" demiştim.

***

Bugün 93 yıllık Cumhuriyetin 57 yılı, AB'ye girme süreci olmuştur.

Oysaki AB adayı olan Türkiye:

-Avrupa Konseyi ve kısa adı AGİT olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurucu üyesidir.

-Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Avrupa Yayın Birliği (EBU), Avrupa Sivil Havacılık Konferansı (ECAC) gibi Avrupa örgütlerinin kurucu üyesidir.

-Avrupa Patent Ofisi (EPO), Avrupa Telekomünikasyon Standartları Enstitüsü (ETSİ), Avrupa Ragbi Federasyonları Birliği (FIRA), Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) gibi Avrupa kuruluşlarının üyesidir.

-Ayrıca NATO üyesidir.

-Ayrıca İslam ülkeleri içinde AİHM'de yargıcı bulunan bir ülkedir.

-Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış bir ülkedir.

Yani Avrupa içine büyük ölçüde girilmiştir diyebiliriz.

***

İşte bu ülkede:

-Yargı, yargı olmaktan çıkmış ya da çıkıyor ise...

-93 yıllık bir etnik kavga çözülmüyor, 93 yıldır bir inanç sorunu duyulmuyor ise...

-Her gün yeni ölüm haberleriyle uyanılıyor, hava raporu gibi ölüm haberleri veriliyor ise...

-Çığ gibi yükselen işsizlik sorunu çözülemediği gibi, her gün biraz daha büyüyor ise...

-Halen devlet kadrolarında, liyakat dışı siyasi bir kadrolaşma yapılıyor ve toplumun devlete olan güveni giderek sarsılıyor ise...

-Siyasete duyulan güvensizlik ve öfke yükseliyor, giderek devlete yöneliyor ise...

Batı'dan gelen eleştirilere ve yaptırımlara öfkelenmek mi gerekir, yoksa bu sorunları çözmek mi gerekir?

***

Eğer bu ülkede:

-Namus, yalnız kadının cinselliği üzerinden soruluyor ise...

-Her gün bir kadın cinayeti işleniyor ise...

-AB'de sözü bile olmayan kadına şiddet, bu ülkede her gün yaşanan sıradan bir olay ve kadına şiddetin kınandığı bir günde bile kadına şiddet kullanılıyor ise...

-Tecavüzcüyü cezaevinden kurtarmak isterken, tecavüz edilen kız çocuğunu köle olarak gören bir zihniyet var ise...

Batıya öfkelenmek ve bir hamasetle meydan okumak mı gerekir, yoksa bu sorunları çözerek Batı'dan gelen bu aşağılayıcı sözlere muhatap olmamak mı gerekir?

***

Özet olarak diyebiliriz ki;

Cumhuriyetin kuruluşuyla Batı normları Türkiye'ye taşınmıştır. Süreç içinde birçok Avrupa kuruluşlarının üyesi ve de kurucusu olunmuştur.

Bu oluşumlara, "kendi kimliğini terk etmek" diyenler de olmuştur, "modern dünyayla buluşmak" diyenler de.

Oysaki 93 yaşındaki Türkiye'nin 57 yıllık AB süreci, Tanzimat'la başlayan ve 200 yıldır devam eden bir Batılılaşma sürecinin ete-kemiğe bürünmüş ifadesidir.

Elbette bu süreç içinde, Avrupa'dan yükselen ve haddini aşar gibi görünen eleştiri ve yaptırımlara tepki gösterilmektedir.

Oysaki eleştirilen sorunların çözümü Avrupa için değil, özellikle bu toplum ve bu ülke için gereklidir.

Yani böyle bilinmeli ve AP ve AB kararlarına bu pencereden de bakılmalıdır.