İRFAN YOLU, TARİKAT YOLU İLİMLE
YOĞRULMAMIŞSA HAM MEYVE GİBİDİR

Hükümdar karpuzcunun söylediklerini dikkate almayarak karpuzun birini almış, sıkmış ve yere koymuş. Öbürünü almış, sıkmış yere koymuş. Üçüncüyü almış, büyük eliyle sıkmaya gücü yetmemiş. Bacaklarının arasına alıp sıkmaya çalışırken, olayı yan gözle ve sert bakışlarla izleyen karpuzcu birden bire celallenip hiddetlenmiş. Hükümdarın karşısına çıkıp demiş ki: “Şu yumruklarımla iki omuzuna konarsam seni yere mıhlarım. Bacaklarını semaya diker, gündüzleyin gökteki yıldızları saydırırım sana. Dikkat et, ben iki dizi çömleğini kırıp sonra da özür dileyip, kahvesini içerek çekip gittiğiniz çömlekçi değilim. Sıktığın karpuzları al ve parasını ver. Çömlekçi alemi cemale gideli iki ay oldu” demiş.
Nedimesi hükümdara, efendim işte iradenizin yerli yerine geçmesinin sebebi ve huzurlu yaşamasının nedeni bu. Sükunet zamanı geçmiş. Adalet zamanı karpuzcu zamanı gelmiş. Ulu Allah yeryüzünde ‘inni cailün filarzı halife’ ayetini okudu. Benim yeryüzünde adeletimi tahakkuk ettiren halifelerim vardır. Onların adaleti ile toplum ve toplumlar huzur bulurlar demiş.
Ümmi Sinan ve İlim Hk.
Ümmi Sinan-İbrahim, 1551 İst.
Halvetiye tarikatının (Sinaniye) kendi adını taşıyan şubesini kurmuştur? Aslı Bursalı veya Karamanlı’dır. Değerli alim arif bir zatı şeriftir. Kendisi hem alim hem de derin arif olduğu halde, gördüğü bir rüya üzerine ümmiliği kabul etmiş, halleşmiş (iahüllüş) bir bingin üstaddır. Bir Risale ve İlahiyyatlı adlı eseri vardır.
Ümmi demek okuryazar olmayan, bilmeyendir. Sanırım R.SAV.in “ümmiyer Resülen” okuryazarlık bilmeyenlik, sıfatını almak için kendisine ümmi denmiştir. R.SAV. efendimiz hikmet gereği arzu ettiği ilmi anında bilebilen, görebilen, her an ulu Allah’ın ilmine varis olandı. Mantıken, R.SAV. okuma yazma sanatını bilmiş olsaydı, müşrikler ona Kur’an’ı kendi yazdı diyeceklerdi. Bir de öğrenmeden okumak mucizedir. Ancak peygamberlere mahsustur. Hocası Hz. Allah’tır.
İstanbul evliyalarındandır. Görünürde çok aciz, naçar, naçiz bir hayat sürmüştür. Riyazat, az yemek, az uyumak, az konuşmak gibi sıfatlarla yaşamış bir velidir.
İnsanlara lisan ile değil naal ile cevap verirmiş. İnsanlar öğrenmek istediklerini onun haline bakarak anlarlarmış. Kısa zamanda namı İstanbul’a, Anadolu’ya yayılmış. Durum devlet ricaline ulaşmış. Şeyhülislam bu işle ilgilenir olmuş. Dostları kadar düşmanları, hasetçileri de çoğalmış ve saraya jurnal edilmiş.
Ümmü Sinan muhipleri, -sevenleri- ne siz işinize bakın, bizim aleyhimizde bulunanları görün, gülün, geçin dermiş. İrfan yolu, tarikat yolu ilimle yoğrulmamış ise ham bir meyve gibidir. Sofuluk derler. Aslı sufiliktir. Ham sofu cahil, şekilci demektir. Halbuki hakiki sufi insanın ruhu ile maneviyatı ile ilgili yüceliktir.
Devrin, asrın şeyhülislamı bu hususa el koymuş. Ümmi Sinan huzura çıkmış. Şeyhülislam yardımcıları musevvidleri içeri almamışlar. Müşkülini önce biz halledemezsek şeyhülislama o zaman girersin diye içeri girmesini engellemişler. Ümmi Sinan “Ben talip değilim, mattubum. İstendiğim için geldim” deyince, içerideki makam dışarıdaki gürültüyü duyunca olaya şahit oluyor ve Ümmi Sinan’ı içeri alıyor. O güne kadar Ümmi Sinan’ı hiç görmeyen şeyhülislam haşin bir tavır takınarak “ne istiyorsun be adam” demiş. Kibir elbisesi hiç kimseye uymaz. Ama din alimine ve fukaraya hiç yakışmaz.
SÜRECEK