DÜRÜSTLÜK EŞKIYALIĞI BIRAKTIRIYOR

Abdulkadiri Geylani’nin babaları ölüyor. İki erkek kardeş yetim, anaları da dul kalıyor.
Anaları bu iki çocuğu ekin ekmek için çift sürmeye gönderiyor. Abdulkadir ufak, abisi Şaban çift aleti sürüyor. Abdulkadir de öküzleri çubukla hızlandırıyormuş. Öküzün birisi zayıf, öbürü güçlü imiş. Zayıf öküz geride kalınca ona Abdulkadir hazretleri hızlı hızlı birkaç kere vurunca öküz dile gelip “Ey Abdulkadir, sen bana vurmak için yaratılmadın. Hadi git ilim ve irfan öğren, insanları uyar” deyiveriyor. Bunun üzerine Abdulkadir anasına ben ilim okuyacağım diye diretiyor. Israrına dayanamayan annesi Abdulkadir’e, oğlum baban rahmetlik ölmeden evvel vasiyet etti. 80 altınım var. ölürsem bunları çocuklarıma ver dedi diyor ve 40 altını ceketinin kolları içine dikerek yerleştiriyor. Bir kervanla Bağdat’a yollamak üzere teslim ediyor. Yolda giderken kervanı eşkiya yol keserek basıyor. Neleri varsa alıyor.
10-12 yaşlarındaki Abdulkadir’e eşkiyadan birisi soruyor, “Ey çocuk senin neyin var?” –kastı para olarak tabii- O da “Benim 40 altınım var” deyince “Benimle dalga mı geçiyorsun” diye çocuğa vurmaya yelteniyor. Ama vuramıyor. Çocuğu alıp eşkıya başının yanına götürüyor ve olayı anlatıyor Abdulkadir. “İnanmazsanız ceketimin kollarına bakın, annem oraya dikti, ben yalan söyleyemiyorum” diyor ve ceketini çıkarıp bakıyor ki gerçekten 40 tane altın ortaya çıkıyor. Ufacık çocuğun bu hareketi, yalan söylemeyişi çok etkiliyor, imrendiriyor. “Ben eşkıyalığı bırakıyorum” deyip herkesin hakkını iade ediyor. Yani ilk düzelttiği kişi bir eşkıya oluyor.
Bu para ile Abdulkadiri Geylani hazretleri okuyor ve insanları irşad ediyor. Bin senedir namı hayırla anılıyor. Bendeniz Bağdat’ta kabri şeriflerini üç sefer ziyaret ettim. Tekkesini gördüm. Namaz kıldım, muhteşem bir türbesi var.
Şimdi Abdulkadiri Geylani hazretlerinin yüce Allah’ın zaman içinde zaman, mekan içinde mekan, imkan içinde imkan yaratır kudretine dair bir kerameti:
Zaman izafi bir terimdir. Mesela ayette, “dünyanın bin senesi ahiretin bir günüdür” deniliyor. Dünya günü sabah güneşin doğması ile batması arasına bir gün denir. Dünyada uluslararası standartı ayarlayanlar örneğin 1 aya bir gün diyebilir ve öyle uygulayabilirler. Onun için izafi –değişken- dedim.
Evliyanın sertacı, hüdanın mahbubu, piri azam Abdulkadiri Geylani hazretlerine yıllarca hizmet edenlerden aşçıbaşısı bir gün huzuralisine çıkarak bir istirhamda bulunur. “Efendim, huzurunuza gelen insanlara birçok rütbeler veriyorsunuz. Kulunuz ben, yıllardır tekkede size ve ihvana hizmet ediyorum. Bana da bir ihsanınız olsa” diyor. “Evladım bizde ikramlar ve hizmetler istenmez. Nasibi ve gayreti olanlara verilir. Nasibin varsa olur. Bugün bana bir helva pişir hadi aşçıbaşım” diyor. Adamcağız arzusunun tahakkuk edeceğine sevinerek helvayı pişirmeye başlıyor. O sırada Hindistan’dan bir heyet gelip “efendimiz hükümdarımız öldü bize adil bir hükümdar göstermenizi niyaza geldik” diyorlar.
Bunun üzerine helvayı pişirmeye başlamış olan aşçıbaşısını çağırıyor ve ona “Benden bir mansıp talep etmiştin. Nasıl, Hindistan padişahlığını kabul eder misin?” diyor. Adamcağız bu kadar büyük bir ikramı görünce şaşırıyor. “Hay haay efendim” diyor. Gavzı azam (dünyanın manevi yöneticisi) Hz. Abdulkadiri “Yalnız sana bir şartım var. Ne kazanırsan; mal, mülk, evlat, devlet neyin varsa ortak olacağız, tamam mı?” deyince, “Baş üstüne efendim” deyip Hindistan’ın yolunu tutuyor. Aradan on sene geçiyor. Ne Gavz hazretleri ve ne de Hindistan padişahı bir araya gelmiyor. Aşçıbaşı gerçekten adaletle memleketi yönetiyor. Bu arada mal, mülk sahibi olurken bir de erkek çocuğu oluyor. Çocuk on yaşına basmış, gül kokusu gibi derken Hz. Abdulkadir Hindistan’a teşrif eriyor ve yıllardır tekkede aşçıbaşılığını yapan, himmetle güya Hindistan padişahını ziyarete geliyor.
SÜRECEK