HAYATIN VE MEMATIN ÖLÜMÜN GAYESİ
Bu yazımızda, Mevlana hazretlerinin; hayatın, ömrümüzün ve ölümün amacı nedir, insan bu fani aleme niçin gelir, niçin yaşar ve neden ölür? Bu sorulara örneklerle verdiği cevapları bulacaksınız.
Bütün mesele insanın yaratılış gayesi doğrultusunda yaşaması ve ebedi hayatı kazanmasıdır. Yoksa emekler boşa giderse nedametin faydası olmaz.
İnsan bu aleme niçin gelir?
Biliniz ki yüce Allah, bildiğimiz-bilemediğimiz, gördüğümüz-göremediğimiz şu kainatta ne varsa hepsini biz insanlar için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Bu Kur’an ayetleri ile sabittir. Ulu Allah insanı en iyi bilgilerle donatmış, kıyamete kadar olacak, ortaya çıkacak, ilim-fen-teknoloji-irfan hepsini insanın beynine yerleştirmiştir. Tevarüs yoluyla nesilden nesile aktarılmıştır. (Bakara 31 ayet)
İnsanoğlunun ömrü gibi gücü ve imkanları da sınırlıdır. Kainatta olup bitenin tamamını görebilme ve bilebilme imkanı yoktur. Çünkü, Mevcudat meşhudattan ibaret değildir. Yani, kainat görünürden ibaret değildir. Durum böyle iken kısa olan insan ömrü bu bilgileri öğrenip uygulama şansına sahip değildir. Öyle ise, fuzuli işlerle uğraşan insan, ömrünü heba etmekten başka bir işe yaramaz.
Yaratılmışların en üstünü insandır. Herşey onun emrindedir. Örneğin 5 ton ağırlığındaki koskoca bir fili 10-12 yaşındaki bir çocuk alıp götürüyor. Koskoca fil, ufacık çocuğa itaat ediyor. 50 ton ağırlığındaki balinaları insanoğlu avlayabiliyor. Nice vahşi hayvanlar nasıl ehlileştiriliyor. Daha nice olaylar vardır böyle. Yüz binlerce tonluk gemileri insanlar yönetiyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Akıllı fikirli mantıklı olan insanın en zayıf halkası; bunca nimetlere sahip olduğu halde, bu nimetleri kendisi, ailesi, toplumu ve insanlık için kullanmayıp, süfli emellerine mağlup olmasıdır. Ahiretini unutmasıdır. Çünkü insan bu dünyada başıboş bırakılmamış, görevleri kurallarla belirlenmiştir. Bu kuralların başında Allah’ı bilmek gelir. Bu olmazsa ikincisi, Rabbine ibadet edecek, insanlara hizmet edecektir. Yani ömrünü iyi değerlendirecektir. Mevlana hazretleri teferruata lüzum yoktur, özün özü şudur, diyor ki, Hayatın gayesi ve bu amaca ulaşmak için gerekli ölçü dengedir.
“Âb der keşti helak keşti est.
Âb ender zir keşti est.
Yani, ey insanoğlu! Bu dünya hayatı, engin okyanuslarda yüzen ve içerisinde yolculuk yapan insanların bulunduğu bir gemi gibidir. İnsanların, yolcuların görevi, bu gemiyi batırmadan gideceği menzile salimen ulaştırmaktır. Eğer su geminin içine girerse, gemiyi batırır. Ama su geminin altında bulunursa onu yüzdürür. Suyun görevi gemiyi yüzdürmektir. Yolcuların görevi gemiyi batmaktan korumaktır.
“Bu dünyada insanlar, özellikle müminler dünya meydanında nefsin atına binip, şeytanın peşinden koşarak ömür tüketenler gemiyi delen yolcular gibidirler. Er-geç gemiyle beraber batacaklardır. Dünya meydanında atını Allah ve resulünün yolundan ayırmadan koşturanlar ise gemiyi koruyan yolcular gibi hedefe ulaşırlar. İşte bu hayat yoludur. Hayat ince bir sanattır. Hata kabul etmez. Dikkatli olmak lazımdır. R.SAV. de “Sen dünyanın peşinden koşarsan ona yetişemezsin. Seni yorar, bitirir. Dünya sana hakim olur. Ama Dünya senin peşinden koşarsa sen ona hakim olursun” buyurdu. Bu ise azgın nefsin ve şeytanın arzularına gem vurmakla mümkün olabilir.
Mevlana hazretleri insanların bu dünyada ayaklarını kaydıran hususlardan birinin de, insana verilen bunca nimetlerin kadrini bilemeyip, nankörlüğe düşmesidir. Halbuki, her insanın şükredecek bir nimeti vardır. Hırs ve tamah insana ceht ve gayret verir. Onu motive eder. İnsana motor görevi yapar. Ama, frenlenmezse insanı er-geç uçuruma götürecektir. İnsanlar hallerine şükretmezler, hep yükseğe bakarlar. Geriye dönüp nereden nereye geldiklerine bakmazlar. Mevlana hazretleri diyor ki,
“Denizi bir kaseye döksen ne kadar sığar. Ancak bir günlük rızık miktarı…Yani insanlar haline kanaat etmeyip koskoca denizi bir bardağa sığdırmaya çalışırlar. Bu ise bu dünyada mümkün değildir. R.SAV. efendimiz, “Kanaat tükenmez bir hazinedir” hadisi şerifini dikkate almadan yaşayanlar, barınacak kadar meskeni, doyacak kadar yiyeceği, örtünecek kadar giyeceği bulunduğunu kafi görmez de, daha iyisini, daha ilerisini, daha çoğunu elde etmek için didinir. Elbette ki çalışıp ileriye gidecek, ancak elde edemediklerine üzülüp durması anormaldir. Halbuki, insan kendisinden üstünlere bakarken, onların derecelerine ulaşmak için gayret sarfederken, biraz da aşağıdakilere bakmalıdır. Onlardan ibret almalıdır. Ayağında ayakkabısı varken, yalınayak gezenleri görmelidir ki, şükretmesini bilsin.
Büyük İslam şairi Nabi, halini takdir edemeyenler için;
Senden ednayı görüp şükür ile demsüz olmak
Senden âlâlara rişkeylemenin merhemidir.”
Yani, senden aşağıda olanlara bakarak haline şükreylemek, senden yükseklere bakarak üzülmenin merhemidir” diyor. İnsan devamlı ileriye bakmalı ama bir de dönüp geriye de bakmalı ki, nereden nereye, ne halden ne hale gelmiş, görmelidir. Büyüdükçe küçülmelidir. Görmez misin kartalları, yükseldikçe küçülürler. Gözden kaybolurlar. Dağların üstüne çıktıkça koskoca dağlar, yukardan ufacık tepe gibi görünür.
SÜRECEK