Yermük harbi bitince, ölüler diriler ayrılıyor. 20 bin Rum askeri ölü gömülüyor. İslam şehitleri 3 bin kişinin namazı yıkanmadan kılınıyor. (Çünkü hakiki şehitlerin cenazesi yıkanmadan namazı kılınır.) Sıra, General Yorgi’nin cenaze namazını kıldırmaya gelince, Hz. Halid namazı kıldırmak için öne geçince, mücahid sahabilerden birisi Hz. Halid’e şöyle bir itirazda bulunuyor. Diyor ki; “Ya Halid, ben Allah’a ve resulüne ilk iman eden müslümanlardanım. Bu uğurda yapılan bütün muharebelere, savaşlara katıldım. Çok istediğim halde şehitlik nasip olmadı, belki ilerde olur. Şimdi sualim şudur: Ben bu kadar zamandır müslümanım. Canımı ortaya koydum. Allah’ın emirlerini R.SAV.in emir ve tavsiyelerini elimden geldiğince yaptım. Şimdi bu kişi benden üstün mü, bir vakit farz namazı kılmadan şehit oldu. Bu nasıl olur?”
Hz. Halit bunun üzerine, Allah ve resulüne soralım; Bu olayla ilgili benzeri –muadili- bir olay R.SAV.in zamanında olmuş mu, olmuşsa ne yapılmış, diye orduya sordular. Bunun üzerine bazıları ortaya çıktı. Şu olayı anlattılar: “Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud Savaşında da böyle bir olay oldu. Usayrım adında bir kişi, Uhud gününe kadar müşrikti ve R.SAV’e karşı düşman ordusu içinde çarpışıyordu. Çarpışırken R.SAV. ile karşılaştı. Onun yüzünün nuruna muhatap olunca Müslüman oldu. Silahını kaptı ve kendi ordusuna karşı savaştı. Bazı müşrikleri tepeledi, ömründe bir vakit namaz kılmak nasip olmadan şehit oldu. R.SV. namazını kıldırdı. Bazı zamanlar da kabrini Uhud’da ziyaret ederdi” dediler.
Şimdi, bu olaydan alınacak ders nedir? İşte önemli olan burasıdır. “Mevlana hazretleri bu olayla bizi uyarıyor. Hiç kimsenin hakkında bilir bilmez, görür görmez konuşmak, hüküm vermek insanların mezhebi-meşrebi-mensubiyeti-cinsi-ırkı-dini-milliyeti her ne olursa olsun, onları kötülemek son derece yanlıştır. Gerçi İslam zahire hükmeder. Özellikle insanları Müslümandır, gavurdur, zındıktır vs. gibi damgalamak hem günah, hem de ayıptır. İnsan kalpte gizli bir ateştir. Ufak bir üflemeyle alevlenebilir. Yunus’un dediği gibi, 72 millete bir gözle bakmalıdır. Çünkü hepsinin fabrikası birdir. Aslı bir, Allah’ı birdir. Burdan şu anlaşılmasın. İnanan da, inanmayan da birdir. Böyle bir şey yok. Asla bir değildir. Ama bu iş ulu Allah’ın işidir. Hüküm onundur. Bize düşen insanları hak da hüsnüzan-iyi düşüncedir. Yargısız insan değildir. Bu konuda bir çok olay ayet ve hadisler vardır. İşte 70 sene küfür ehli yaşıyor. Sonra şehit oluyor. Hadisi şerifte, şehirden kovulan kendine zina isnat edilen bir hanım kuyu başında gördüğü susuzluktan bayılmış. Köpeğe ayakkabısı ile kuyuda su içirip ona veriyor ve R.SAV.in ifadesi ile cennetlik oluyor. Görmez miyiz ki, güneş , ayırımsız inanan-inanmayan herkesi ısıtıyor ve ışıtıyor. Diğer nimetler de öyle. Ulu Allah rızıklarını, havalarını kesmiyor. Ama bunların da hesabını soracaktır. Nerede?.. Ahirette. O zaman ulu Allah’ın rahman sıfatı insanlara böyle tecelli ederken, bizim de bunları görmemiz, insanlara yumuşak huyla muamele etmemiz gerekir.
HER CANLI KENDİ YARATILIŞ KABİLİYETİ VE SONRADAN EDİNDİĞİ ALIŞKANLIKLARI DOĞRULTUSUNDA HAREKET EDER.
Ulu Allah tarafından yaratılan şu uçsuz bucaksız kainata bakıldığında, bu mevcudatın insanlar için yaratıldığını görürüz. Zaten yüce Allah cc.ta bunu söylüyor. “Kainatta ne varsa hepsini insanlar için insanı da kendim için yarattım” buyuruyor. (Bakara, 29. Zariyat 56.)
İnsanlar, hatta milletler, bu ilahi sofradan Allah’ın takdiri ve insanın sağyü gayreti-çalışması nisbetinde nasibini alırlar.
Hz. Allah her canlıya bir kabiliyet ve nimetlere eğilim vermiştir. Genel anlamda elma ağacı elma, armut ağacı da armut verir. Canlılar yaratılış gayeleri doğrultusunda hareket ederler. İnsanlar hayvanlardan ve bitkilerden farklı olarak akıl, mantık ve iradelerini kullanırlar. O bakımdan da sorumludurlar. Mevlana Celalettin-i Rumi hazretleri canlıların eğilimleri ve kabiliyetleri doğrultusunda hareketlerini şöyle anlatıyor:
Farisi Beyit:
Kav ve har zaçe faide der şeker
Hest her can ra veki kuvvet diğer
Yani:
“Sığıra ve eşeğe şekerden ne fayda olabilir.
Fakat her canlının bir gıdası vardır.
Dünyada canlıların birinin çok sevdiği bir gıdası vardır. Onun çok sevdiğini diğeri sevmez. Şeker denince akla bildiğimiz şeker ve bal gelir. Fakat çok tatlı olmasına rağmen öküzler ve eşekler şeker yemezler. Belki alıştırılmamışlardır. Daha bir çok hayvanlar da böyledir. Çünkü onların yaratılıştan şeker yeme kabiliyetleri yoktur. Eğitilmemişlerdir. Atlar et, itler de ot yemezler. Kuzu kızartılsa bir sofraya, atın önüne konsa, hatta yeşilliklerle süslense, üzerine arpa da serpilse, at çok açsa üzerindeki otları ve arpayı yer. İt te ot yemez. Kemiğe bayılır. SÜRECEK