Yüce Allah Maide Suresi 8. Ayette; “Ey iman edenler, sizin başka milletlerden olanlara düşmanlığınız, sizi onlara karşı adil olmaktan alıkoymasın. Her nerede ve kime karşı olursa olsun, adil olun, adaletten ayrılmayın. Hakkı ayakta tutan adaleti yer yüzüne hakim kılın” buyuruyor.
Adalet sosyal hayatın, huzurun, güvenni, birlik ve beraberliğin teminatıdır. Dost, düşman fark etmeden eşit uygulanmalıdır. Herkes adalete sığınır. Adalet terazisi şaşarsa, ortalıkta güven kalmaz, o zaman zulüm hakimiyet kurar.
Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nı yapan Rum ustasının sarayın direklerini kısaltması (yani Ayasofya (o zaman) Kilisesi’ni geçmesin diye) bu durum anlaşılınca Rum ustanın elini kestiren Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye veriyor ve kendi keyfine göre, muhakeme olmadan Rum’un elini kestirdiği için Fatih’in de elinin kesilmesine karar veriyor. Neticede sulh yoluna gidiliyor. Diyet ve tazminat ödenerek (İslam’da bu kısas olayı bunu gerektirir) Fatih’in eli kesilmekten kurtuluyor. Bu olayı herkes bilir. İslam tarihi bu gibi olaylarla doludur. Vakıa zulümlerde vardır. Bilhassa Emeviler, Abbasiler dönemi zulüm dönemleridir. Osmanlı dönemi daha adil bir dönemdir. 650 sene 72.5 millet bir arada sulhu selametle yaşamışlarsa, sebebi tebaaya ayrımsız eşit, adil bir yönetim uygulanmasının neticesidir. “Memleketler kılıçla fethedilseler de, adaletle elde tutulurlar” İslami bir sözdür.
Öfke ile Rum mimarın elini kestiren Fatih’e kısas yapımasına hakim (kadı) korkmadan karar verebiliyor ve bunu halk görüyor. Çünkü hüküm Kur’an’a göre verilir. O Kur’an ki, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için gönderilmiştir. Ne zaman Müslümanlar kur’an ışığında yürümüşlerse toplumda huzur ve sükun hakim olmuş. Ne zaman Kur’an’dan ayrılmışlarsa zulme sapmış ve perişan olmuşlardır. İslam tarihi bunun canlı şahidi ve belgesidir.
İslam, fert ve toplumlar için öyle bir insan tipi öneriyor ki, “Bu insan rabbim Allah sonra nebim Muhammed S.A.V. dedikten sonra toplumda hangi konumda olursa olsun, isterse fil gibi güçlü, isterse pire gibi ufak, yani ister köle, ister kral olsun, doğruluktan, dürüstlükten, çalışkanlıktan ayrılmayacak ve Kur’an’a uyacaktır. İşte o zaman sulh ve selamet sağlanır. Toplumda kurt, kuzu ile yürür. Bunu adalet sağlar. Bu konuda birçok ayet ve hadislerle verilen emirler vardır. İslam kültüründe, paylaşım, bölüşüm, kusur ve küsürlerden dolayı engin hoşgörü ana esastır. İslam’da asla ben yoktur, biz varızdır. Borç verilen kimsenin evinin gölgesinde bile oturulmaz. Böyle bir yardım anlayışı budur. Bu söz İmam-ı Azam gibi bir dahinin ve Allamenin sözüdür. Allah bu dünyaya ondan sonra, o yücelikte bir alim göndermedi. Hanefi mezhebinin kurucusu, akılla, nakili birleştiren hukuki esasları koyan, ayet ve hadisler ışığında bize gideceğimiz yolu aydınlatan bir allamedir. İmam-ı Azam bütün ahkamını İslamın temeli olan adalet asasına göre dizayn etmiştir. Aslanda kullar işledikleri hukuksuz işlerin yanlarına kalacağnıı sanırlar. Asla haklının hakkı haksızda kalmaz. Bir şekilde çıkar ama maalesef haksızlık yapan bu benim felancaya yaptığım haksızlığın karşılığıdır diye düşünmez. Başka sebep arar. Hani derler ya, “Ak dağda haksız yere telef ettiği koyunların bedelini kurt, karadağda o avcıların attığı kurşunla canı ile öder.”
“Hak kulundan intikamın kul ile alır.”
“Bilmeyen ilmi ledünni onu kul yaptı sanır.”
En’am Suresi 129. ayette, “İşte böylece biz, işledikleri günahtan (haksızlıktan) ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız”. Adalet yerde kalmaz. Bakara suresindeki bir ayette de, “Eğer insanların fesatlıklarını diğer insanlarla def etmeseydik, yer gör fesada giderdi” buyuruluyor. Demek ki, birini sebep olduğu bir musibet, fesatı diğer insanların tasallutu ile yok ediliyor. Haksızlık yapanlar da bunu felancaya yaptı sanıyor. Yani kendi felaketimize kendimiz sebep oluyoruz.
SÜRECEK