Bir örnek; Abdullah b. Ebubekir (Devrinin alimlerinden ve padişahın din danışmanı) şöyle bir olay anlatır: Alim kişilerden biri bir padişaha dost olmuş. Padişaha ışık tutucu öğütler verirmiş. Padişahın yanında itibar sağlamış. Bunu gören birisi buna haset eder, yanar tutuşurmuş. Bir yolunu bulup padişaha ulaşmış. Arkadaşının (alimin) padişahın yanındaki itibarını sarsmak için; “Yüce padişahım, sana öğüt veren kişi dışarıda senin nefesinin koktuğunu söylüyor. Ben onun arkadaşıyım, bana da söyledi. İnanmazsan, sına, bak, devamlı eli burnundadır” der. Hükümdar, “peki, sınayalım” der. Öğüt veren alime gider (hasetçi) ona da padişaha gideceği zamanı takip eder. Saraya gitmeden önce alim kişiyi davet eder. Sarımsaklı yemek çeşitlerinden hazırlanmış bir sofra kurar ve ona yedirir. Alim der ki, “Eyvah, ben bugün saraya gidecektim. Sarımsak kokarsa ne yaparız” diye hasetçi adama yakınır. Hasetçi, alime, “sen üzülme, padişaha çok yaklaşma ağzını kapatarak konuş, elini ağzında tut” der. Alim kişi, saraya gidiyor, padişaha uzak duruyor. Elini ağzında tutuyor. Hükümdar, hasetçinin doğru söylediğine inanıyor. Alim saraydan ayrılırken, bir mektup yazıp bunu hazine memuruna götür diyor. Padişahlarda usul fermanları bizzat kendi el yazısı ile yazarlarsa, izzet ikram anlamına gelirmiş. Hükümdar alimin gözü önünde fermanı yazıp kabına koyup ağzını mühürlüyor. Alim kişi sevinerek padişah atiye fermanı yazdı diyerek hazine memurluğunun yolunu tutuyor.
Durumun neticesini dikkatle bekleyen hasetçi, alimin önüne geçiyor. Fermanı elinde görünce, padişah gerçeği öğrendi de alimi ödüllendirdi sanıyor ve alime, “Ne olur bu fermanı bana ver, nasıl olsa sen her zaman saraya gidiyorsun. Yine mükafat alırsın” diyor. İyi niyetli arif alim, fermanı hasetçiye veriyor. (Çünkü hasetin niyetini bilemiyor, dostça sanıyor). Halbuki, fermanda; bu kağıdı getiren adamı cellata boğazlat. Derisini yüz, içine de saman doldur, bana gönder ki bundan böyle hiç kimse bize tuzak kuramasın” diye yazmış. Hasetçi fermanı merciine götürüyor. Emir yerine getiriliyor. Ertesi gün padişah alim kişiyi sağ görünce, meraklanıyor, soruyor. Alim olayı anlatıyor. Gerçek ortaya çıkıyor. Hasetçi cezasını çekiyor. Kazdığı kuyuya kendi düşüyor. Alim arif kişi padişaha şu ayeti okuyor; “Kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer” Fatır suresi 43. ayet.
Dünyadaki ferdi ve toplumsal huzursuzlukların temelinde genel anlamda haset yatar. Hasetin sebep olduğu yıkım devletleri yıkar. Toplumları sarsar. İslam tarihinde hasetin sebep olduğu felaketleri şöyle sıralayabiliriz:
İslam tarihinde bilinen ve hasetin sebep olduğu büyük yıkımlar:
1.Şeytanın Hz. Adem’e haseti:
Bilinen olayları hatırlayarak hasetin yıkımlarını kısaca anlatmak gerekirse; birinci yıkım; şeytanın Hz. Adem’e olan hasetidir. Ehlinin malumudur ki, Kur’an’ın Bakara, Araf, Taha, vs. surelerinde Hz. Adem’le şeytanın serüvenleri anlatılmaktadır. İsteyen okuyucularımız geniş malumat bulabilirler. Biz burada sadece hatırlatma olarak konuya değineceğiz. Araf suresinde, şeytanın Hz. Adem’e hasetinin sebebi şöyle anlatılıyor; “Ey insanlar. Önce sizin ruhlarınızı, sonra Adem’in bedenini ve suretini yoktan var etti. Sonra bütün melek ve cin topluluğuna emrederek Adem’e secde edin dedik. Bütün melekler secde ettiler. İblis şeytan secde etmedi. Şeytana ey iblisi lain, lanetli şeytan, seni Adem’e secde etmekten ne alıkoydu, dedik. Şeytan küstahça, ben ondan (Adem’den) daha hayırlıyım. Beni dumansız ateşten, Adem’i topraktan yarattın. Ben Adem’den daha güçlüyüm. Ateş toprağı yakar. Mantıken ben Adem’e değil, Adem’in bana secde etmesi gerekir” dedi ve böylece Hz. Adem’i çekemediğinden ebedi saadeti kaçırdı ve ebedi azaba düçar oldu. Dini emirleri mantıkla açıklayan şeytandır.
SÜRECEK