Sorduğu kimseler dediler ki, onun köşkü, sarayı, koruması yoktur. O can sarayındadır.
O Ömer ki, onun hükümet ve saltanat hususunda şöhreti dillere destandır ama, o fakirler gibi bir kulübede yaşar, dediler.
Hakikaten asrı saadette (610-650 arasında saadet asrı denir ki, R.SAV. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın altı aylık hilafeti zamanına asrı saadet denir.) Özellikle Ebubekir ve Ömer R.A zamanında Medine evleri pek basit tarzda idi. Ayakta elini kaldırsan tavanına değerdi. İki odadan ibaret hücre bir yapı idi. R.SAV. Hicrette Eba Eyyübil Ensari’nin (Eyyüp Sultan hazretleridir, İstanbul’da metfun) evinde 7 ay kalmıştır. Hasanı Basri (büyük alimdir ve yüzlerce sahabiyi görmüştür) der ki, Ben annemiz Ümmü Seleme R. Anhanın odasına girdim. Hücre gibi ufacık bir odadan ibaretti. Bu İslam’ın tevazusunu simgeliyordu. Belki o zamanın imkanı bu idi. Şu da bir gerçektir ki, Hz. Ömer zamanında İran fethedilmiş, 1000 yıllık Sasani saltanatı yıkılmış, ganimetleri İslam ordusuna geçmiş. Şibli Humani’nin 600 sayfalık Hz. Ömer adlı değerli eserinde İran ganimet altınlarının Medine’ye kağnılarla taşındığını ve mücahitlere altınların kürekle teslim edildiğini beyan ediyor. Şimdi bu durumda isteseydi Hz. Ömer altından saray değil, saraylar inşa ederdi. Ama bu R.SAV.in yaşantısının zıddı olurdu.
Bu bir zül değildir. Bu bir tevazudur. Hükümdar da bir insandır. Halkının en alt seviyesindekinin yaşantısı ne ise halife de öyle yaşayacaktır anlayışının bir sonucudur.
Altın köşklerde yaşayanların adı sanı nerde, ama kulübede yaşayan halkı gibi yaşayanların namı şanı iki cihanda yücedir. Çünkü bu “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” sosyal paylaşım anlayışının bir neticesidir. Vakıa asrı saadetten sonra insanların ekonomik durumları düzelmiş, köşkler konaklar yaptıranlar olmuştur. Emevi hükümdarlığı ile saltanata geçilmiş, dünya ahretin, zulüm adaletin önüne geçmiş, yöneticiler kendi nefislerinin zevkine dalmış, kutsal ulvi İslam adaleti çoğu zaman terk edilmiştir.
Halbuki, İslami anlayışla yönetildiği zannedilen bu Emevi ve Abbasi hanedanları, İslam ahlakının dışında bir yaşayış sergilemişlerdir. Aslında İslam pejmürde, süfli bir yaşayış emretmez, herkesin imkanı nispetinde, nimetine göre yaşamasında bir beis görmez.
Zekatı verilen, toplumca bölüşüm ve paylaşım yapılan, harama sapmadan en yüksek seviyede yaşamak meşrudur. İnsanın zenginleşince eski yaşantısını unutmaması gerekir.
Şimdi gelelim konumuza:
Medine’de Rum elçisinin Hz. Ömer’i ve sarayını sorduğu kişiler, “Onun maddi bir sarayı yoktur. Gönül ve ruh sarayı vardır” demelerine karşın Rum elçisi, “onun gönül sarayı nerede, nasıldır” deyince, onlar da diyorlar ki; “Gözünde kıl olan eşyayı çift görür. Ömer’in gönül sarayını görebilmen için basiret sahibi, manevi gözlerinin açık olması gerekir. Kim nefsinin kirli arzularından kurtulursa, o zaman Hz. Ömer’in manevi sarayını görebilir” demişler. Bunun üzerine Rum elçisi, daha meraklanıp Hz. Ömer’i bir an önce görme arzusuna kapılır. “Ömer’i görebilmek için gözü gönlü açılmış olmak” lazımdır. (Mevlana)
“Kimin göğsünde bir kapı açılır, yani kendisine maneviyat münkeşif olursa (açılırsa) o zaman insan zerreden kürreyi güneşi görür” diyor. İnsan her zaman basiret gözü ile bakmalı, yani görmek için bakmalıdır. Gözünü kapatırsan dünyayı göremezsin. Oysa sen gözünü kapadın, dünyayı görememen, dünyanın varlığını yok edemez. Ama sen göremiyorsun, diyor.
Dünyayı görebilmen için, gözünü açman lazım. Yani kalp gözünün önündeki şehvet, şöhret, şiddetli zevki sefalar dünya aşkı vs. gibi engellerin aşılması gerektiğine işaret ediyor ve Hz. Nuh’un kavmini örnek gösteriyor.
Kur’an’da Nuh Suresi 5.6.7. ayetlerde Hz. Nuh’un kavmine önemle tebliğ ettiği hakikatleri dinlememek için kulaklarını tıkadıklarını, gözlerini kapadıklarını, elbiselerini başlarına geçirdiklerini, yani Hz. Nuh’a karşı çıktıklarını neticede büyük bir tufanla Allah’ın gazabına uğradıklarını anlatıyor.
Mevlana der ki, “Göz, dostu görmek içindir, dostu görmeyen göze ihtiyacım yok”.
Bunun için, Rum elçisinin Hz. Ömer’in manevi sarayını görebilmesi için kalp gözünün açılması lazımdır. Hakikate bakıp da, onu göremeyen göze göz denmez, diyor Hz. Mevlana.
SÜRECEK