“KİM, YÜREKTEN İNANDIĞIM MÜSLÜMANLIKTAN
YAZAR GÖRDÜM DİYORSA, YALAN SÖYLÜYORDUR”

“Vekane bilmüminine rahıma” Ayetin bu hususun delilidir ve yine R.SAV. efendimiz için tevbe suresi son ayetlerinde “Harisun aleyhim bilmüminine rahıma” O peygamber Hz. Muhammed SAV. müminlere karşı son derece haris üzerlerinize titrer bir sevgi ile müminlere çok merhametlidir” buyuruluyor ki bu da müminlere mahsus bir imtiyazdır.
Onun için her zaman her yerde altmış senedir söylediğimiz bir söz vardır. İman, iman, iman. İnkârdan hiçbir kimse bir gram fayda görmemiştir ve görmeyecektir. İmandan da hiç kimse asla zarar görmez. Zaten R.SAV. efendimiz “Kim ben yürekten inandığım Müslümanlıktan, dinimden zarar gördüm derse, yeminle söylüyorum ki yalan söylemiştir” buyuruyor.
Demek ki, insanların dünyada yararlandığı gibi ebedi hayattan da faydalanmak isteyen imana mecburdur. Yoksa anlatılmaz bir felaket inançsızları beklemektedir. Demek ki dünyada inanan-inanmayan eşit. Ahirette ise sadece inananlara mahsustur. Şimdi bu gerçeği ifade ettikten sonra asıl konuya geçelim.
Müslümanlık inancına göre dünyada hiçbir kimse inancı ve yaşantısı yönüne bakılarak aç susuz bırakılamaz. Asla adaletsizlik yapılamaz. Gayrimüslim de olsa kurban eti, hediye, sadaka verilebilir. Ancak zekat, fıtır sadakası, kefaret paraları müminlerin fakirlerine verilir. Beş vakit namazın son oturuşunda üzerine salavat okuduğumuz Hz. İbrahim A.S., R.SAV.den sonra en yüce peygamberdir. Cömertlikte insanlığın piridir. Bundan dolayı her namazda ona salavat okuyarak adını kıyamete kadar yad edeceğiz. Bu Allah’ın ona bir lütfudur. Ömrü hayatında yalnız bir yemek değil su bile içmemiş. Eğer yemek yiyeceği zaman bir misafir bulamazsa, sofrasına bir kedi, af buyurun bir köpek bile bulursa onunla sofrada yemeğini yermiş. Dört yolun çatına oturur, yemek yedirmek için misafir beklermiş. Hatta o kadar cömertmiş ki, ayette bildiriliyor, iki melek insan suretinde geliyorlar, ona misafir oluyorlar. Bir tek sığırı, ineğini kesip onlara ikram etmek istiyor ve biz meleğiz diyorlar. Yüce Allah Hz. İbrahim’e “cinne İbrahime levvahu halim” Muhakkak ki, İbrahim çok yumuşak huylu ve kerim, cömerttir.” buyuruyor.
Günlerden bir gün, bu yüce peygamber Hz. İbrahim, yemek yedirmek, beraberce yemek için bir misafir aramak üzere dört yolun birleştiği bir yerde misafir beklerken, çok yaşlı, 90-95 yaşlarında uzun sakallı bir ihtiyar görüp onu sofrasına misafir ediyor. Fakat Hz. İbrahim bu ihtiyarın kılık kıyafetinden ve davranışlarından Müslüman olmadığını fark ediyor. Ama Tanrı misafiridir deyip sofraya oturuyorlar. Hz. İbrahim besmele çekip Allah’ın adıyla yemeğe başlıyor. Misafir ihtiyar, besmelenin ne olduğunu bilmediği için yemeğe normal başlıyor. Hz. İbrahim bu misafirin şükürsüz haline üzülüp ‘bu yaşına gelmişsin, saçın-sakalın, yaşın başına rağmen yemeğe besmelesiz başladın’ diyor ve onu reddediyor. Adam ‘ben mecusiyim, ateşperestim, ateşe taparım. Benim dinimde besmele bilmiyorum’ deyip sofrayı terkeder. Yani kırılır, incinir, ömründe yalnız yemek yememiş olan Hz. İbrahim A.S. ihtiyar mecusiyi sofradan kovmuş.
Hz. Allah, Hz. İbrahim’e “ben Allahlığıma rağmen benim yerime benim yarattığım ateşe tapan ve bana 90 senedir şirk koşan bu mecusi kulumu mülkümden kovmadım ve onu hiç aç bırakmadım. Hem de bana şirk koştuğu halde. Sen ise onu yemeğe besmele ile başlamadın diye sofrandan kovdun. Kainat ulu yaradanın sofrasıdır. O sofradan kurt da yer, kuş da yer, Türk de yer Kürt de yer. Yani herkes bu sofrada eşittir. Bu benim kullarıma ayırımsız ihsanımdır. Rahman sıfatımın bir tecellisidir. Koş o ihtiyarı geri getir. Özür dile. Gönlünü al. Yedir, içir, giydir. Öyle gönder “ diye emir buyuruyor.
SÜRECEK