Mevlana hazretleri “Sıddıkıyet mertebesine ulaşanlardan bile en son ruhu terk eden şey, büyüklük (kibir) arzusudur ve başa geçme sevdasıdır. Adam ölse yeniden dirilse de kendisini ne olmak istersin deseler, baş olmak isterim der, diyor. Yani makam, mevkii hırsı 80 yaşında yolunu yürüyemiyor hala gözü makam ve mevkide. R.SAV. “Ümmetinin ayrılmaz üç arzusu vardır ki bunlardan birisi yeme-içme, şehvet ve şöhret arzusudur ki, birincisi; insanı 40 yaşından sonra zarara götürür, yedikçe bedenine zarardır. İkincisi; 40-50 yaşından sonra azalır ve biter. Ama zihindeki şehvet arzusu ölmez. Fakat şehvet insanı fiilen terk eder. Sonuncusu çok beter bir arzudur ki, can ile çıkar, ölmeyinci kişiyi terk etmez. O da; kibir, makam arzusu. Şöyle bir olay var İslam tarihinde. Bedir harbinde İbn-i Mes’ud Hz. Azılı kafir Ebu Cehil’in başını koparacağı zaman, “boynumu bir vuruşta kes te iyi görünsün” diyor. Zaten Ebu Cehil dahi bir insan Allah’ı da, peygamberi de çok iyi biliyor ama hükümranlık sevdası onu müşrik ve kafir yapmış, ebedi saadetten mahrum etmiştir. İşte “tasavvuf denen olgu insanı bu tehlikeden koruma sanatıdır.”
Şu bir gerçektir ki; böbürlenmek hissi canlılarda, hatta hayvanlarda (tahakküm-hükmetme) insanın mayasında vardır. Ama azdır-çoktur. Bunu insanın ruhundan çıkarmak imkansızdır. Şunu da bilmek lazımdır: Vakarla (onurlu olmak) kibiri birbirinden ayırmak gerekir. Askeriyede olduğu gibi, her üst, altına emreder, ama bu vazife gereğidir. Fakat emri, gurura karıştırırsa zulüm olur.
Hz. Mevlana canlı bir örnek veriyor. Yaşanmış bir olay: İslamın zuhurundan 400 sene evvel Suriye’nin Gassah mevkiinde Arap Gassaniye Devleti kurulmuş. Sonra bu devlet Bizans’ın tabiiyyetine ve dinine girmiş. Bu devletin 27 hükümdarından sonuncusu olan (Cebele Bih Eyhem) Hz. Ömer zamanında Medine’ye geldi ve Müslüman oldu. Sonra Hac için Mekke’ye gitti. Kabe’yi tavaf ederken çok ihtişamlı ipekli-sırmalı giyimi ile dikkat çekiyor, ipek kaftanı yerde sürünüyordu. Yani şaşaalı bir ihram giymişti. Bedevi-Arap köylüsü bilmeden, bunun ipekli ihramına bastı. Cebele son derece kızdı. Hiddetlendi. Bedevinin burnuna şiddetli bir yumruk indiriyor. Bedevi Halife Hz. Ömer’e (R.A) müracaat ederek dava açıyor. Hz. Faruk hükümdar Cebeleye “Ya hasmını razı et, yahut (kısasa kısas) o da senin burnuna bir yumruk vuracaktır” dedi. Cebele: “Ben bir hükümdarım, o ise bir Arap köylüsü, Bedevidir. O nasıl benimle eşit olur” dedi. Hz. Ömer, “Müslümanlık hukukunda bunun önemi yoktur. Hukuk karşısında köle ile kral eşittir. Yargılama adildir. Sen Bedeviyi memnun et, bu davadan vazgeçsin. Yoksa hükmü uygularım. R.SAV. Hırsızlık yapan ve hakime intikal eden kızım Fatıma da olsa elini keserim buyurmuştur” dedi. Cebele birkaç kuruş vererek Bedeviyi memnun etmeyi kibirine-gururuna yediremedi. Zül saydı, gece pılısını pırtısını toplayıp Bizans’a kaçtı. Dinden çıktı, Hıristiyan oldu. Şimdi hal böyle iken bazı gafiller bir külah yapmak, bir mevkiye geçip birkaç kişiye kafa tutmak için can atarlar. Bu hususta vermeyeceği şeref ve izzet bırakmaz. Değerli bu dünyada yazık, herşey boştur. Hz. Mevlana bu husus beyan için diyor ki; “İnsanlar bir mevkii, makam hırsı için ölüm yolculuğuna çıkar. Hayatı pahasına makam hırsına kapılır. Dünyasını, ahiretini de mahveder” diyor.
Makam ve mevkii hırsı ile yanıp tutuşan, içinden yanan saman gibi içten içe alevlenen bir halde yaşamak insanın kendine yaptığı en kötü zulümdür. Kibir hakiki insan, gerçek müminden doğu ile batı arası kadar uzak olmalıdır. İşte şeytanın durumu ortada. Dünya tarihine bakıldığında cebbar, zalim yöneticilerin sonrası malum. Süt havuzlarında yıkanan Saddam. Şahlar, krallar, sokaklarda sürünen posterler. Nerede, hepsi kibir ve gururunun makam ve mevki hırsının kurbanı olmuşlardır. Çünkü kibir, hak ve adaletle hükmetmenin önünde en büyük engeldir. Gururla, kinle, öfke ile verilen hükümler asla adil değildir. Tevazu, hoşgörü, barışımcı, yumuşaklıkla verilen hükümler daha adaletli olurlar. Yargı kararları incelendiğinde bunun böyle olduğu görülecektir.
SÜRECEK