Yıl,1970.

Üç arkadaş tuğlacılık konusunda araştırma ve inceleme yapmak üzere Avrupa'da Almanya, Hollanda ve İngiltere'yi gezmiş çok değişik yeni şeyler öğrenmiş, ardından aynı niyetle Fransa'ya geçmiştik.

Fransa'da alanımız ve mesleğimiz konusunda pek de umduğumuz gibi inceleme yapabilecek pozisyonu bulamadık. Zaten Türkiye'ye Avrupa'dan gelen makineler de Alman ve İtalyan yapımı idi.

Fransa gezimiz bir noktada turistik geziye dönüşmüştü. Arkadaşımız Hasan Saraçoğlu, avcılık merakından olsa gerek; "Bunların Darne marka tüfekleri olacak. O tüfekler kıymetli tüfek. Üstelik Türkiye'de de yok" dedi.

Bizim tüfek almaya karar verdiğimiz gün Pazar günü idi. Pazar günü iş yerleri kapalıdır düşüncesiyle bir otobüsle gerçekleştirilen turistik Paris şehir gezisine katıldık. Pazartesi günü tüfek almak için mağazaya gittiğimiz zaman, kapalı olduğunu gördük. Meğerse Fransa'da av korusu Pazar günü faal olduğu için, av malzemesi satan iş yerleri pazar günü açık, Pazartesi günü ise kapalı oluyormuş. Biz Pazartesi günü tüfek işi ile uğraşırken otelin önüne Pazar günü bırakmamıza müsaade edilen aracımızın da Pazartesi günü çekilip götürülmesi ile karşılaştık. Otelcinin yardımı ile arabamıza kavuştuk.

Neyse biz gelelim asıl maceraya. Beş bin mark civarında paramız vardı. Türkiye'ye dönüşümüzü düşünürken üç bin marktan fazlasını tüfeklere vermiştik.

Paris'te gezi, otel parası derken bin yüz mark paramız kalmıştı. Tekrar Almanya'ya dönüp, tanıdık bulup, paramızı dönüş ihtiyacımızı karşılayacak hale getirmek istedik.

Almanya'ya geçmek için sınırda tüfeklerden dolayı teminat istediler. İstenen miktar da, üzerimizdeki para kadardı.

Kahvaltı yapmaya paramız kalmadığı gibi, benzinimiz de bitmek üzereydi.

İlk rastladığımız şehre girdik. Lokantada masaya oturduk. Şaşkınlık içerisindeyiz. Bulunduğumuz masa giriş kapısına bakıyor. Kapıdan, marangozluk yaptığım zamanlardan yakından tanıdığım rahmetli Dülger Yusuf girdi.

Rahmetli bizi çok iyi karşıladı. Güzel de bir ziyafet çekti. Üç bin mark ödünç para verdi ve Türkiye'ye döndük.

* * *

Bugünlerde bütün dünya koronavirüs salgını dolayısıyla çok zor günler yaşıyor. İtalya'da yazımı hazırladığım saatlerde ölü sayısı 13 bine yaklaşmıştı. Türkiye de bu olumsuzluklardan nasibini alıyor. Ama şimdilik Avrupa'ya göre durum çok daha iyi.

Dünya buna benzer çok durumlar yaşadı. Milyonlarca insan öldü. Üstelik o dönemlerde günümüzdeki teknoloji de yoktu.

Başkanı Roosevelt'i kötürüm bırakan çocuk felci aşısı ile Aşık Veysel'i görme nimetinden mahrum eden çiçek hastalığını çiçek aşısı ile insanlığı nice konularda dumura uğratan olumsuzluklar nasıl çözüldü ise koronavirüs olayı da çözülecek. "Bu iş bu kadar basitmiymiş" diye gülünecek günler gelecektir.

Bizlere düşen görev; konulan kurallara uyup, evden çıkmadan sabırla beklemektir.

"Kul bunalmayınca, Hızır yetişmez!" diye bir deyim vardır.

Cenabı Allah'ın hazinesinde sayısız çözüm ustaları vardır. Bu işin çözüm ustası da geleceği zamanı bekliyor.

Nasıl, ummadığın zamanda;

•Dülger Yusuf geldiyse,

•Aşıları bulanlar geldiyse,

•Antibiyotikleri bulanlar geldiyse, bu fecaatin çözümü de gelecektir.

* * *

Yaşadığımız şanslı bir olaydan yola çıkarak koronavirüs olayında da çare bulunacağı umudunu kaleme almış olduk. Bir şeyin oluşması için alt yapısı olması gerekir. Anlattığımız olay 1970 yılında olmayıp da 1960 yılında olsaydı orada Dülger Yusuf ve benzerlerini bulmak imkansızdı. 1960 yılından sonra yurt dışında ekmek arayan kahramanlarımız öyle bir imkanı oluşturmuşlardı.

de başta doktorlarımız olmak üzere sağlık çalışanlarımız ve sağlık teşkilatımız kahramanca mücadele ediyorlar. Kendilerine minnet duyuyorum. Umudum fazla iyimser görünüyor ama sağlık teşkilatımızın hacmi ve yeteneği umudumu güçlendiriyor.

En güzel günler sizlerin olsun.