Alevi açılımı konusunda son zamanlarda her önüne gelen bir şeyler söylüyor. Bu söylemlerin sığlığına bakarak bazen gülüyorum. Bazen de hayıflanıyorum. Sonra bunun nedenlerini düşünüyorum; aynı ülkede yaşamış, özellikle kurtuluş savaşını omuz omuza kazanmış, üzüntüde ve sevinçte birlikte olmuş iki kesim, çıkar çevrelerince istismar edilmiş ve bir türlü yakınlaştırılmamış.
Öncelikle ve özellikle şu tespiti yaparak başlamak istiyorum: Alevi açılımından da kürt açılımından da medet uman, siyasi çıkar sağlamak isteyen kesimler var. Kürt açılımı için 1938’lere giderseniz Cumhuriyet’e ve Atatürk’e saldırmanız için çok iyi bir fırsat. Zaten Cumhuriyet’in kazanımları birer birer gitti gidiyor. Kürt açılımı üzerinden yüklenmek tam hedeflenen siyasete uygun. Ama, alevi açılımını doğrusu merak ediyorum. Buradan neye varılmak isteniyor. Aleviler Cumhuriyet’e, Atatürk’e candan bağlı, Türkiye’nin üniter Devlet yapısı ile asla mücadelesi olmayan, laiklik ile asla ve kata sorunu olmayan, son derece Devletine bağlı, dürüst, aydınlık kafalara sahip, nezih bir topluluk.
Aslında Osmanlı’da kurucu unsur. Ordu’nun temel direklerinden olan Yeniçeri Ocağı’nın piri Hacı Bektaşi Veli Hazretleri.
Dilimiz Türkçe Onlar sayesinde bugünlere gelmiş. Bugün bile bazıları Türk nerede kim bunlar diye neredeyse sorguluyorlar ya, işte Türk bunlar. Sonra ne olmuş Şah İsmail ile Yavuz’un çekişmesi, Halifelik olayı (gelin bunu da tartışalım) Osmanlı bu insanlara düşman kesilmiş. Yüz yıllardır dağlara sığınmalarına neden olmuş. Ne yapsın? Cem ayini yapıyor, şöyle böyle diye durmadan baskı yapmışsın. Cumhuriyet en azından eşit yurttaşlık düşüncesine sahip. Alevi en azından Osmanlı’daki kadar baskı görmüyor. Şurası da bir gerçek ki, ileri demokrasi aşamasını yaşamakta olduğumuz günümüzde Alevilere ve benim gibilere hiç yer yok. Ne farkımız var. Alevi kardeşim Alevi olduğu için vali olamıyor. Ben de Cemaatçi olmadığım, Atatürkçü olduğum için rektör olamıyorum.
Benim kanaatim, bize kürt açılımını da alevi açılımını da yanlış tartıştırıyorlar. Aslında Alevi’nin, Kürt’ün, Türk’ün, Çerkez’in, Laz’ın sorunları aynı.
Yanlış anlaşılmasın ama, bir hususu belirlemem gerekiyor. Sünni bir ailenin çocuğu olarak 1970 ile 1982 arasında kesintisiz alevi köylerinde -ki sayısı 2’dir-öğretmenlik yaptım. Sonra 10 yıla yakın Almanya’da öğretmenlik yaptıktan sonra ülkemde bir üniversitede profesör oldum. Öğretmenlik yaptığım yörenin çocuğu olmama rağmen Alevilik Sünnilik konusunda pek bilgim yoktu. İlk gittiğim köyde insanları üzebilirim, yalan yanlış bilgilerle insanları rencide edebilirim diye Alevilik hakkında bilgi sahibi olmak istedim. Bu amaçla Veli dayıdan Aleviliği anlatan bir kitap istedim. Bana Fuzuli’nin “Hadikatü’s Süeda-Saadete ermişlerin Bahçesi” isimli eserini verdi. O zamanlar Maktel türünde bir eser olduğunu öğrenebildiğim, ama dilindeki ağırlık nedeniyle anlamakta güçlük çektiğim bu eser bana bu konuda ilk bilgileri verdi.
Kuşkusuz on iki yılda çok şey öğrendim. Alevi açılımı veya Alevilik konusunda ne kadar kitap okumuş olurlarsa olsunlar televizyonlarda tartışmalara katılanlar ve özellikle politikacılar hiç değilse üç ay Anadolu’daki ücra bir alevi köyünde birkaç ay yaşasınlar. Ondan sonra konuşsunlar. Mustafa Timisi’nin söylediği gibi, sohbet sofrasında, dem muhabbetinde bulunmayan bunu tam anlayamaz.
Şimdi gelin, kürt açılımına da alevi açılımına da aynı şekilde Osmanlı’dan başlayarak yaklaşalım. Olayı getirip getirip 1938 Dersim hareketine bağlıyorsunuz, alevi olayını da Osmanlı’ya götürelim. Neresinde iç açıcı bir şey çıkar karşımıza. Çıkmaz, çünkü Osmanlı Ermeni’ye, Rum’a gösterdiği hoşgörüyü Bektaşi’ye Aleviye göstermez. Bir arkadaşım bana bunun kasıtlı bir önyargı olduğunu söyledi. Ona verdiğim cevabı yineliyorum: Fıkralar edebiyatımızın vazgeçilmez türüdür. On tane Bektaşi fıkrası dinleyin en az 7’sinde Baba Erenler kadıdan dayak yer. Niye? Ya ramazanda içki içtin diye, ya da Cuma’ya gitmedin diye. Adamcağız sürekli baskı ve mobing altındadır. Oysa aynı kasabadaki Ermeni Kirkor ramazanda oruç tutar mı tutmaz mı kimse ilgilenmez.
Şimdi gelin, doğru oturup doğru konuşalım. Madem hep geçmişi sorguluyoruz. Gelin şii-alevi olayını kerbela vakasınına ve ondan öncesine götürelim. Hakikaten bu halifelik adalete ve hakkaniyete uygun muydu? Bir dakika!... hemen hop oturup hop kalkmayalım. Kusura bakmayın ama siz, bu koyu sunnici fıtratınızla nasıl alevi açılımından bahsediyorsunuz anlamadım.
Şu Cem evlerini kıvırmadan ibadethane olarak kabul edin ve Camiye sağladığınız imkanları ona da sağlayın. Diyanet, en az 10-15 milyon aleviye de hizmet versin. Onlar da vergi ödüyor. Zorunlu din dersi (adının her ne kadar Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” olduğunu ileri sürseniz de) açıkça Sünni öğretinin yapıldığı bir derstir. Bırakın o dersi alıp almamaya ebeveyn karar versin.