Aslında sağlamsınızdır... 1923-1938 yılları arasında sizin genlerinize tam bağımsızlık anlayışı mühürlenmiştir. Ancak  bir takım kişiler ve/veya kuruluşlar aranıza sızmış ve olmayan bir hastalığa inandırmışlardır sizi... Renkli drajelerle yavaş, yavaş hiç farkında olmadan eğitimde, sanayide, ekonomi ve tarımda ve birçok dalda onların sahte ve renkli drajelerine ihtiyaç duymaya başlamışsınızdır.

2. Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalizmin yeni patronu Merkez Bankası altın rezervi ile doluyken size zorla borç vermiştir. Ve böylece bağımlılık virüsü sizin bağışıklık sisteminizdeki duvarı kolayca yıkmıştır. Tıpkı beyaz zehrin (eroin, kokain) ilk dozlarını bedava dağıtan satıcı gibi… Yeter ki kuş ökseye konsun…

Son on yılın  marifetli ve dışarıdan güdümlü siyasetçi ekonomistleri(!),Türkiye ekonomisini makineye ve o makineyle birlikte de adeta bitkisel hayata bağlamıştır… “Sıcak Para”dır o makinenin adı… Küresel efendiler çıkarları gerektiğinde makinenin fişi çekerek yapay krizler yaratma gücünü elde etmiştir. Örnek, 2001 krizi…

İhracatın %74’ü ithalata bağlıdır. İhracatın olabilirliği TL’sının değerini yüksek veya dövizin değerini düşük tutarak yapılacak ithalatla mümkündür.

Türkiye, enerji konusunda da dışa bağımlı bir haldedir. Öyle ki elektrik üretimi de son dönemde doğalgazla birlikte bir ruh ikizi gibi hareket etmekte olan bir zincirin halkaları gibidir. Tarım ülkesi Türkiye'de samanı ithal edecek duruma getirilmişsek, bunun mutlaka tek sebebi küresel efendilerin uyguladığı politikaya teslimiyettir.

İki kriz arasında yaşamaya çalışan küresel sermaye, emperyalizm, tıkanmıştır.  Sara krizine girene soğan koklatırlar. Emperyalizm ise girdiği her krizden kan koklayarak çıkmıştır. Paylaşım Savaşları ve 1945’den sonra kesintisiz  çıkarttığı ve körükleyerek nemalandığı iç savaşlarla kan koklamaya ve kan emmeye devam etmektedir. Silah, enerji ve ilaç küresel sermayenin üç motorudur. Gel gör ki ABD emperyalizminin savaş çıkartacak gücü de kalmamıştır. Libya’ya saldırırken Haçlı Orduları kurdurması ve kullanması bu sebeptendir. İktidar ise TBMM kararı olmadan gönderdiği gemilerle, Haçlı ordusunun eteğine yapışmıştır.

Batan bankaları kamulaştıran ABD Başkanı için Venezüella Devlet Başkanı Chavez’in, “Yoldaş Bush…” demesi küresel sermayenin açmazının en ironik anlatımıdır. Chavez, Amerika’nın ülkesindeki millileştirmelere eleştiri yöneltilmesine karşı "Bush, artık benden de solcu. Yoldaş Bush, özel bankaların hisselerini alacağını ilan etti…" diyerek alay etmiştir.

Yedi düvele özelleştirme şarkıları ezberleten emperyalizm, iş kendisine geldi mi, kamulaştırmalar yaparak ayakta durmaya çalışmaktadır.

Türkiye, 10 yıllık AKP iktidarında sıcak para ve Cumhuriyet’in 80 yıllık kazanımlarını satarak bugünlere gelmiş, ancak deniz tükenmiştir. Yatırım yapmayan, üretmeyen ekonomilerin kaçınılmaz sonu için çanlar çalmaktadır.

Enerjide Rusya ve İran’a olan bağımlılık, Irak ve Suriye politikalarıyla gelinen noktada yeni petrol ve doğalgaz vanaları gerekmektedir. Kuzey Irak’taki petrol ve doğalgaz Erdoğan’ın iştahını kabartmaktadır.

2014 yılının Mart ayında başlayan ve üç seçimi (Yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçim) kapsayan bir buçuk yıllık süreç AKP’nin karabasanıdır. Ekonominin makineye bağlı olduğunu en iyi bilenler onlardır.

Burada madalyonun diğer yüzünü görmek ve acı gerçekle yüzleşmek gerekmektedir. “Şöyle solcuyum, böyle sosyalistim, vb. diyerek kendi gettolarında “devrim uykusu” yaşayan yapılar Türkiye’yi muhalefetsiz bırakmışlardır. Bu yapıların kronik hastalığı, baş çelişme - baş düşman saptama zaafları, işçi ve emek laflarını bolca kullanmalarına karşın sendikal mücadeleyle olan ilgisizlikleri, devrimlerin temel stratejisi olan ittifak kavramıyla uzak ara duruşlarıdır. Bunların toplamı da ister istemez “birleşik cephe” olgusunu görmezden gelerek sistemin “cici solcuları” olmaktan öteye gidememektedir.

Bu saydığımız sebepler ve sonuçlar, demokratik kitle örgütü olan yapılar için de geçerlidir. Hangi dernekti o 400 küsur şubesi olup da üyelerinin referandum sürecinde çalışmalarını yasaklayan? Tarihin talihsiz ve kapkara bir sayfası olarak  gene tarihe kayıt düşülmüştür.

Su dolu kovayı eğilip tutmayan, tabandan tavana doğru sendika ve derneklerde çalışma yürütmeyen anlayışın faturasını her dönemde olduğu gibi Türk milleti ödeyecektir. İşçi, köylü, esnaf, memur, milli burjuvazi…

Bu arada küresel çetelere karşı çıkma ihtimali olan parti ve sendikalar, iç operasyonlarla ele geçirilmiş, sadece tabelaları kalmıştır. Değişimin küresel albenisi…              (SÜRECEK)