I
Eylül ve Yağmur…
Yağmur kanatlı akşam, indi inecek kente…
Çakan şimşekler, yağmura önsöz yazarken gördüm, kuşların telâşını… Çala kanat giderek azalan ağaçlıklara doğru uçuyorlardı.
Sanki yağmur saçak altlarına, ağaçlara sığınmasını beklemişti kuşların. Senfonik bir besteydi artık, şehrin akşamla dinlediği…
Açıklarında denizin, çakan şimşeklerin kırmızısı solo şarkısıydı orkestranın…
Yağmurla yazdık bu akşamı… Bazı tümcelerin altını çizen kırmızı kalem, şimşekten alıyordu rengini…

II
Büyük patlamanın artçı dalgalarıyla sürüklenirken, harflerin plankton günleri, bir kıyıya tutunmak…
Eşik olması yazıya o kıyının…
İç sesleriyle konuşan bir zamanın suskunluğunu silen o harf ise kapılar açacaktı şiire…
Çoğulcu çokluğunu zamanın harflerdi ah söyleyen bize… Suyun bütün dilleri bilmesi hiç de şaşırtmaz şiiri…



III
Tam zamanlı harf olmak çilesidir şiirin…

IV
Saklı yüzünü görmek güneşin… Sırt üstü uzanıp yazıya bütün istediği buydu o harfin.
Merak ve firak…
Buluta girende güneş, ışık körüydü artık, şeylerin baht-ı siyahı…
Hep korkutuyordu o harfi, öncülü olmayan okumalar…

V
Okumak, harf sularındaki suretleri… Yıldız toplamak kuyulardan… Ders çalışırken harf aralarında sıkışmış zamanlarda… Harf göstergelerine dillerin lâkin kayıtsız kalamamak…

VI
Ayna ile aynanın karşısına geçenin oluşturduğu ortak bağlam… Şaşkınlığı işte suya bakıp kendi suretini çizen harfin… O yüzün kime ait olduğu sorusu, bir altyazı olarak geçer yazıdan…
Hep korkutuyordu o harfi, öncülü olmayan okumalar…

VII
Otoportrelerin uzun yürüyüşçüsü Rembrandt (1606-1669) “ışığın ve gölgelerin ressamı” olarak da anılır. Öldüğü yıl bir kez daha çizer kendi portresini.
Ölümünde n dört yıl önce çizdiği bir otoportresi için ise Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle der, “Paris’te hemen üç dört günde bir, bu portreye gider önünde birkaç dakika dururdum.”… “… bence Dostoyevskivari psikolojik romanın başlangıçlarından biridir.” diyen de odur, İstanbul’dan 04 Mart 1958’de Hasan Ali Yücel’e yazdığı mektupta… (Tanpınar’dan Hasan Ali Yücel’e Mektuplar, YKY, 21-22)

VIII
Bir akşamüstü, 2000’li yılların başları, Esin’in Çorum’daki atölyesindeyiz. Yayımlanmamış bir şiirini bir ressamla paylaşmak hep heyecanlandırmıştır fakiri… “Abi”, dedi, “Şu kafanı açıp beynini görmek istiyorum…” Şiiri gören bir ressamın, o metnin kılcal köklerine olan merakı işte…
Boz-yazıya inen akşam, tütün misal ışık sarıyordu… Sustuk…