Sonunda Washington Post’un da diline düştük.

Anılan gazetede yayımlanan makalede; “Ülkemizde uygulanması düşünülen akılcı sağlık politikasının, Siyasal İslam tarafından nasıl engellendiği…” (hoş olmayan bir üslupla) dillendirilmiş.

İşte (bazı satırlarını yer yer çıkardığım) o makale…

“…Türk Siyasal İslam’ı, ülkede acilen uygulanması gereken ‘akılcı sağlık politikasını’ engelledi, engellemeye de devam ediyor..

Türkiye’de son iki haftadır, akılla inanç arasında, ölümcül bir ip çekme yarışı yapıldı.

Sonuçta, siyasallaşmış bir dinin ne kadar tehlikeli olabileceği bir kez daha net bir biçimde görülmüş ve anlaşılmış oldu.

… …

Ülkede, salgın hastalığa karşı verilere dayalı mücadele yürüten sağlık çalışanları ve bilim insanları var.

Türk Tabipler Birliği, bu kurumların başını çekiyor.

Ancak AKP İktidarının güçlü bir statü kazandırdığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın direnişiyle karşı karşıya olan bu gurup; bu salgın hastalık konusunda ne yazık ki etkin olamadı.

Aslen ibadet yerlerini yönetmekle görevli olduğu halde hükümetin müthiş etkili bir organına dönüşen Diyanet, virüsle mücadelede, kilit kurumlardan biri haline geldi. Ancak bu rol, her zaman mücadeleye destek anlamına gelmiyor.

Virüs konusunda en büyük tehdidin, sınır ötesinden, özellikle de umre için Mekke’ye gidenlerden kaynaklanabileceği baştan beri biliniyordu.

Suudi Arabistan Devleti, 100’e yakın Corona vakasının saptanması üzerine, Kâbe’yi ziyarete kapatınca, Türkiye’den umreye giden 21 bin kişi, 15 Mart’ta ülkelerine geri dönmek zorunda kaldı.

Türk sağlık uzmanlarınca yapılan, ‘Umre’den gelenlerin derhal karantinaya alınması gerektiği’ uyarılarına karşın; AKP İktidarı, kendi tabanlarını oluşturan dindar kesimi rahatsız etmeyi göze alamadı.

Umre ziyaretinden dönenlerin büyük çoğunluğu; Diyanet İşleri Başkanı’nın, “14 gün evden çıkmayın, ziyaretçi kabul etmeyin” uyarısına, uymadı.

Sosyal medya, umre dönüşü ziyaretler yapan ya da misafir kabul edenlerin görüntüleriyle doldu.

Bunun üzerine Hükümet, ani bir kararla, son gelen kafileyi karantinaya almaya karar verdi.

Umreden dönen 6 bin 448 kişi, bir gece yarısı, yurtlarından alelacele çıkarılan öğrencilerin binalarına yerleştirildi.

Bu kez de, ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle, karantina yurtlarına isyan çıktı.

Umrecilerin bir kısmı yurt binasının kapılarını zorlarken, kaçan bir grup, kiraladıkları otobüste şehirlerarası yolda yakalandı.

Ancak çok geç kalınmıştı.

Binlerce insan, ülkenin dört bir yanına dağılmış; 10 gün içinde vaka sayısı 1’den 1000’e çıkmıştı.

Diyanet kaynaklı bir başka hata da Cuma namazı konusunda yapıldı.

Her hafta 18 milyon civarında insanın topluca katıldığı Cuma namazları, birçok İslam ülkesinde iptal edilmişti.

Bu konuda, İran, 27 Şubat’ta başı çekmiş; Kuveyt, 13 Mart’ta camilerden “Namazınızı evinizde kılın” çağrısı yaptırmıştı.

O gün Diyanet de; “cuma namazının evlerde kılabileceğini” duyurdu, ama üstünkörü yapılan bu duyuru, tavsiye niteliğinde algılandı.

Barlar, eğlence yerleri, kütüphaneler, müzeler kapatılmış ama bir anlamda camilere dokunulmamıştı.

Cemaat yine akın akın camilere gitti.

Bu kez 16 Mart’ta, “Cuma namazının cemaatle kılınmasına ara verilmiştir" açıklaması yapıldı.

Ancak çok geç kalınmıştı.

17 Mart’tan itibaren, ölüm haberleri gelmeye başladı.

Ve bir hafta içinde Türkiye, vaka artış hızında pek çok ülkenin önüne geçti.

İlk vakadan itibaren, tam bir hafta, sarayından çıkmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Mart’ta, Corona ile Mücadele Eşgüdüm Toplantısı’nda ortaya çıktı.

Toplantıda Tabipler Birliği yoktu, ama Diyanet yine vardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, o toplantıda, hadislerden örnekler verdi: “Bize düşen hadislere uygun davranmak, tedbir alıp takdiri Allah’a bırakmaktır. Sabır ve dua ile bu süreci başaracağımıza inanıyorum" dedi.

Bu toplantıdan bir hafta sonra, 25 Mart’ta ölü sayısı katlanarak büyüyüp 59’a, vaka sayısı 2433’e ulaştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez de ‘ulusa sesleniş’ adlı konuşmasında; ‘ 2-3 hafta içinde hastalığın yayılma hızını keseceklerini…’ söyledi…

Önlemler geciktiği için hastalığın giderek yayılacağını iddia eden uzmanlara da; ‘Rabbimizin yardımı yanımızda olacak’ güvencesini verdi.

16 Mart’tan itibaren okullarda eğitime ara verilince; devreye sokulan TV ders programları, eğitim sistemindeki din etkisini bir kez daha gözler önüne serdi.

İlkokul çocuklarına izlettirilen filmlerde, kâfirlerin kafalarının kesilme sahneleri vardı.

Corona tatili sayesinde, tüm ülke, eğitim sisteminde laiklik ilkesinin nasıl yok edilmiş olduğunun ayırdına vardı.

Ülkenin zaten zayıf olan ekonomisi ve sağlık sektörü, hızla yayılan salgına hazırlıksız yakalanmıştı.

O yüzden yetkililer iyi planlanmış bir stratejiyi uygulamaya geçiremediler. Doğan boşluğu doldurmak üzere Diyanet devreye girdi. Her gece cami hoparlörlerinden dua okunacağını duyurdu.

Diyanet, devletin en büyük ve güçlü kurumlarından biri konumunda...

Kurumun geçen yılki bütçesi, ülkenin istihbarat teşkilatının bütçesini 5’e katlamıştı. Diyanet personeli, doktor sayısını; cami sayısı da hastane sayısını aşmış durumda.

Türkiye’de bilimsel uyarıları engelleyen ve bütçenin hayati kaynaklarını kullanan siyasal İslam, ülkenin laik rejiminden sonra halk sağlığına da doğrudan tehdit oluşturmaya başladı.”