Huzurlu bir aile, huzurlu eşlerle kurulur. Bir toplumda fertler ve aileler mutlu iseler, o toplumlar da mutlu ve güçlü olurlar. Onun için ailelerde eşler bu gerçekten hareketle mutluluğu yakalamanın gayreti içinde olmalıdırlar.

Gün geçmez ki, sözlü ve yazılı basında acıklı aile facialarına, kadına şiddet ve ölüm olaylarına rastlamayalım. Bu korkunç olaylar, vicdan sahibi her kişinin yüreğini parçalıyor. Olaylar toplumsal acıya dönüşüyor. Ormanı saran yangın gibi bu ızdıraplar hepimizi yakıp kül ediyor. Elbetteki bu acı olaylar, aile yuvalarındaki geçimsizlik, uyumsuzluk ve huzursuzluklardan kaynaklanıyor. Zamanında önlenemeyen aile içi mutsuzluklar şiddete dönüşüyor. Korkunç ölümler meydana geliyor. Yuvalar yıkılıyor. Çocuklar yetim kalıyor. Aile fertleri zincirleme etkileniyor. Acılar ve ızdıraplar yayılan deniz dalgaları gibi bütün toplumu etkisi altına alıyor.

Elbetteki her derdin bir dermanı, her sıkıntının bir çaresi, her problemin bir çözüm yolu olduğu gibi, aile içi huzursuzluğun, kadına şiddetin de mutlaka bir çaresi vardır.

Çünkü Allah çaresiz dert yaratmamıştır. Önemli olan bütün gücümüzle elimizdeki imkanları seferber ederek fert, aile ve toplum, devlet ve millet olarak bu sorunu çözmeye azmedelim.  Mutlaka bu acılar bitecektir. Çünkü hiç kimse mutsuz olalım diye evlenip bir yuva kurmaz. Çocuklarım yetim kalsın, anam-babam dertyasıl olsun, benim ömrüm cezaevlerinde geçsin, ailem bir hiddet, hırs ve şiddet uğurna ölsün demez. Dünyanın masrafları borçlanarak yapılan evlilikler daha düğün borçları bitmeden yuvalar yıkılsın demez. Ama kimse umursamaz. Büyükler çareler aramazsa, olaylar çoğalır ve bütün topluma yaılır. Yıkımlar başlar. Genel anlamda ifade edersek, 2016 yılında misalen, Çorum’da 1650-1700 evlilik yapılmış, 550-600 boşanma davası açılmış. Çorum gibi mütevazi, mütediyyen, muhafazakar bir yerde bu oran ürkütücüdür. Türkiye çapında durum daha da vahimdir. Bir yılda evlenen çiftlerin yüzde 30-35, hatta yüzde 40’ı boşanıyorlar. Avrupa’da durum tamamen fecaat korkutucu boyutlardadır. Finlandiya’da nikahlı çiftlerin oranı yüzde 20, nikah dışı ilişki yüzde 80 ve maalesef onbinlerce çocuğun babaları belli değil. Çocuk yuvaları gayrimeşhu ilişkilerden meydana gelmiş bebeklerle dolup taşmaktadır. Bu işin daha da acısı var. Kimsesiz çocuklar yurtlarında kalan 13-14-15 yaşlarındaki kız çocuklarının kucaklarında çocukları var. Korkutucu ve ürkütücü bir haldir bu. Daha da kötüsü bu çocukların bir çocuğu da uyuşturucu batağında. Ben bunları 20 sene önce Avrupa’da gördüm ve bu acı durumları o zaman mahalli gazetelerde dile getirerek aileleri uyardım. Bu gün Avrupa devletlerinin br numaralı sorunu bu durumdur. Milyarlarca avro bu sorunların çözümü için harcanmakta, toplumsal yıkım halini almış bu faciayı önlemeye çalışmaktadırlar. Dünyada ve güzel yurdumuz Türkiye’de durum böyle iken ne yapmalıyız?

Aileleri ve toplumları saran bu korkunç hastalığın çaresi yine bizdedir. Önce sorunun kaynağını tesbit edilecek, hastalığın teşhisi konacak, sonra çaresine bakılacaktır. Tedbirler alınacaktır. Hem de en kısa zamanda. Hemen harekete geçilmelidir. Türkiye’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu konuda çok ciddi tedbirler almasına rağmen etki sahası ve teşkilatı en geniş bakanlık haline gelmiştir. Bu ciddi bir gelişmedir. Devlet ve millet olarak alacağımız tedbirler ve bizlere düşen görevler nelerdir?

1.Bizim milletimizin yüzyıllar boyu gelişen, kurumsallaşan geleneksel Türk-İslami aile yapısı ile gelişen teknolojilerin ve modernizasyonun, medeni yaşam tarzının getirdiği yenilikler ve dünya ile de entegrasyon ve uyumu bir arada değerlendirilerek köklü aile yapımıza zarar vermeden aile yapımızın dini, kültürel ve sosyal yapımına uygun olarak dizayn edilmesi, ekonomik ve ahlaki sağlam temellere oturan bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Bunun içinde önce devlet, ekonomik hukuk ve sosyal tedbirleri alarak kişilerin bilgi ve becerileri kültür seviyeleri yükseltilerek sarsılmaz ahlaki temeller üzerine oturtulmalıdır. Birinci derecedeki tedbir fertlerin ve ailelerin ekonomik imkanlarını geliştirerek çoğaltmaktır. Çünkü ailede bütün sorunların başında ekonomik darlık ve zorluklar yatmaktadır. Globalleşen dünya, küçülmekte, zevk ve sefaya rahatlığa olan eğilimler hızla çoğalmaktadır. Yani arzular sınırsız, istekler hudutsuz ama imkanlar kısıtlı, kısa ve azdır. Bu dengeyi de ahlaki kurallaral sağlamalıyız ve dengelemeliyiz. Eski geleneksel Türk aile yapısında bir ailede ebeveyn, ana-baba ebe-dede çocuklar, eşler ve torunlar, kardeşler bir arad ayaşar, erkekler çalışır, hanımlar onlara yardımcı olur. Üretim, tüketimi dengelerdi. Şimdiki modern aile yapısında ana-baba ve bir iki çocuktan oluşan çekirdek aile ise, eşler çalışıyor, masraf kalemlerinin çeşitliliğine kazançlar yetişmiyor. İşte o zaman ailede dırdırlar, zırzırlar ve geçimsizlikler başlıyor. Ailede lüks yaşama arzusu aile içi dengeleri bozuluyor. Aileler haline göre harcama yerine israfa dalıyor. Borçlanıyor. Gerisi malumdur, yuvalar yıkılıyor.

2.Aile içi geçimsizliğin ve kadına şiddetin ikinci nedeni; Ailede ahlaki sorunlardır. Ahlaki sorunlar derken; eşlerin aile içindeki hak ve sorumluluklarını yerine geirmeme, sabır, melanet, hoşgörü, sevgi, saygı, anlayış gibi hayati öneme haiz kuralların askıya alınması, aile huzurunun temeline konan dinamit gibidir. Bunların yanında içki, kumar, zina, kötü alışkanlıklar, ailedeki sevgiyi saygıyı, hoşgörüyü yok ediyor. Neticede ok yaydan çıkıyor, eşler ya ayrılmaya veya şiddete dönüşüyor. Bir kötülük diğer bir kötülükle bastırılmaya çalışılıyor.

3.Aile içi geçimsizliklerin görünen şekli ile üçüncü nedeni, eşlerin ebeveynlerinin ana baba kaynana ve kayınpederlerin eşleri olumsuz yönde etkilemeleri, çok az olmakla beraber evlatlarını kendi inat ve ihtiraslarına kurban etmeleridir. Ebeveynlerin yapıcı değil yıkıcı tutumları aile yuvalarının dağılmasına sebep olmaktadır.       

SÜRECEK