Takipleştiğim dostlar bilirler; gidenlerin ardından yazarım bu başlıkta. Ama yaşarken ölen bir adamın hikayesidir bu anlattığım…

Adalet Duygusuna ve Dana'ya Dair...

Sanırım 1981 senesiydi, daha 11 yaşındayım. Beşbin nüfuslu Kargı'da sinema salonu ikinci kez açılıyor. Efsane sinemanın kapısında sabahtan itibaren kuyruğa girmiş bekliyoruz.

Saatlerce beklemekten tuvalete bile gidememişiz. Sinemanın iki kanatlı büyük kapısının açılmasıyla yüzlerce çocuk dalıyoruz içeriye. Boş bulduğum ön koltuklardan birine oturuyorum. Memleketin en yüksek tavanlı bu devasa yapısı, tarla kaçkını çocuk zihinleri büyülüyor. Üzerinde Ziraat Bankası yazılı kırmızı kadife perdeler bir gelin süsü kadar göz alıcı. Yenilenen koltuklara oturmaya kıyamıyorum. Sanki, onların değerlerini düşürüyormuşum gibi geliyor. Bu şehirli konforundaki koltukta sanki diken üstünde gibiyim.

Tüm çocuklarda bir kıpırtı. Gözler kadife perdelerde. Birazdan açılıp, yerlerini sahnede asılı beyaz beze bırakacaklar. Birden, ifadesiz bakan bir abi! beliriyor yanımda. ''Kalk oradan'' diyor. Korkuyla karışık bir isyan içinde bakıyorum abinin gözlerine ''Neden kalkacakmışım'' der gibi. Sonra ''kalkmıyorum, burası benim yerim'' diyorum kendimden beklemediğim bir cesaretle. Abi, enseme bir şaplak indirip kaldırıyor çekiştirerek.

Saatlerce beklediğime mi yansam, benim hakkım olan bir yerin elimden alınmasına mı şaşkınlığı içindeyken, uzaktan bizi izleyen bir başka abi yaklaşıyor yanıma. ''Neden ağlıyorsun?'' diyor hiç tanımadığım abi. Anlatıyorum. Anlatmamla birlikte, lakabına ''Dana'' denilen abinin, beni zorla yerimden kaldıran ifadesize girişmesi bir oluyor. ''Sakın bu çocuğa bir daha dokunma'' diye de tembihliyor Dana. İfadesiz adam, mahcubiyetle karışık mutsuz bir suratla uzaklaşıyor bizden. Koltuğuma yeniden, muzaffer bir komutan edasıyla oturuyorum.

Bu olaydan sonra Dana'yı sık sık küçük sarı bir Leyland traktörün üstünde gördüm. Babası o traktörü satana kadar da Leyland traktörüyle bir anıldı Dana.

Traktörü satılıp annesi ölen Dana, yıllar içinde yalnızlaştı. Belirgin bir işi yoktu. Şaraba vurdu. O halinde de kimseye kötülük etmedi.

Kargı'ya ne zaman gitsem, Çarşının bir köşesinde karşılaşırdık. Çok içmiş de olsa, beni görünce eski bir dost bakışlarını yakalardım. Çorbasını da, bir seferlik de olsa şarabını da ısmarlardım. Son dayanağı olan öğretmen kardeşi de erken ölen Dana, terkedilmiş belediye hamamını mesken bellemişti. Cengiz'in lokantası, diğer tüm çaresizler gibi onun da aşevi olmuştu son yıllarda.

Geçen haftalarda gitti Ahmet. Artık Kırşehir’de bir bakımevinde

Küçük bir çocukken, adalet kavramıyla tanışmama vesile olan, yaşamın zalimliklerinin yoldan çıkartdığı bu biçare adamın kimsesizliği dokunsa da, elden ne gelir...(eskilerden bir yazı 2015)