HASRETİNDEN

PRANGALAR ESKİTTİM

 

Seni, anlatabilmek seni

İyi çocuklara, kahramanlara..

Seni anlatabilmek seni

Namussuza, halden bilmeze

Kahpe yalana.

 

Art arda kaç zemheri

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarıda gürül gürül akan bir dünya…

Bir ben uyumadım

Kaç leylim bahar

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım

Bir o yana

Bir bu yana…

 

Seni bağırabilsem seni

Dipsiz kuyulara

Akan yıldıza

Bir kibrit çöpüne varana

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne.

 

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin

Yitirmiş öpücükleri

Payı yok, apansız inen akşamlardan

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene

Seni anlatabilsem seni…

 

Yokluğun, cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini…

Bilindiği gibi yukarıdaki şiir Ahmet Arif’e ait. Şairin tek basılı kitabının adı da olan, “Hasretinden Prangalar Eskittim” ilk baskısını 1968 yılında yapmış. Kitap, kuşaklar boyu güncelliğini yitirmemiş, çok sayıda baskı yapmış şiir kitaplardan olmuş.

2 Haziran 1991 yılında yaşamdan ayrılan Ahmet Arif’in adı, son aylarda yine gündemde. Nedeni ise; yazın dünyasının sıradışı kadını Leyla Erbil’e duyduğu “aşk”.

Yazın dünyasının kurallarının sınırlarını zorlayan, özgün kadın kalemi Leyla Erbil 18 Temmuz 2013’de yaşama veda etti. Bu veda, şair Ahmet Arif’in, kitleleri derinden etkileyen, şiirlerinin esin kaynağını da ortaya çıkardı. Aşkın erkek kahramanı olan Ahmet Arif, 1954-1957 yılları arasında 60’dan fazla aşk mektubu yazmış Leyla’sına. Leyla Erbil, kendisiyle ölümünden kısa bir süre önce yapılan söyleşide; “O’nun gibi bir adamın, büyük bir şairin yazdıklarının basıldığını niye görmeyeyim” diyor. Mektupların “Leylim, ömrüm” diye başladığını anlatıyor. “Öyle lafları vardır onun. Kulunum, diye yazar” diyor. Ama Leyla Erbil’in ömrü bu mektupların kitap olduğunu görmeye yetmedi.

Biz okurların bekleyişi ise, 21 Eylül’de sona erdi. “Leylim Leylim” hafta sonu kitap raflarında yerini aldı. Zamanın aşındıramayacağı mektuplarda; Ahmet Arif’in, sıkıntıları var. Adeta ölümle yaşam arasında gidip gelen bir sarkaç... Öte yanda, siyasi baskılar, yayın dünyasının ikiyüzlü yanları… Ama daha önemlisi, okurken; “demek böylesi de yaşanmış” dedirten büyük bir aşk... Ahmet Arif “Leylim” diye başladığı bir mektubunu şöyle sonlandırıyor: “Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur.”

“Seni, anlatabilsem seni”..  Aşktan öte büyük bir hayranlık onunki: “Cihan insanları içinde en güzel, en iyi ve en namuslusu sensin.” Saçlarına kan gülleri taktığı, bir o yana bir bu yana dediği sevgili Leyli’sine yazdığı mektuplarında. Yine bir mektubunda, “Elim erse, ayağım tutsa, seni bütün cihanın görebileceği bir kuleye çıkarır ve bağırırdım. İşte insan buna derler! Böyle olmaya çalışın!” Zaten; “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiiri de “Seni, anlatabilmek seni” dizeleriyle başlamaz mı? Ahmet Arif, kitabındaki birçok şiiri Leyla Erbil’e yazar. “Maviye, maviye çalar gözlerin, yangın mavisine” diye seslendiği, “Oy sevmişem ben seni” diyerek içini döktüğü “Leyla Erbil”den başkası değildir. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum. Üşüyorum kapama gözlerini... 16 Temmuz 1955 tarihinde başka bir mektubunda da benzer ifadeler var. “Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile ‘sen’ olamaz. Bunu yaşamak gerek.” “Sabah gözlerimi sana açarım. Akşam, uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum.”

Ahmet Arif, O’nu sade şairliğine değil, hayatta kalmasına da neden olarak görüyor. Sürgünlüğün sıkıntılarıyla uğraşırken, yokluk çekerken, Leyla Erbil onu hayata bağlayan bir köprü gibi: “Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni.” Süreç içinde Leyla Hanım, bu büyük aşkın sınırlarını dostlukla sınırlandırmış. Aşkın dostluğa evrilişi de, bu durumun kabullenilişi de, mektuplardan anlaşılıyor. Hitaplar “canım dostuma evrilirken, dostluk, avucumuza sıcacık bir kuş gibi konmuş, bir kere” diye yazıyor.

Mektupların birinde, “Sana ulaşmadan, kavuşmadan da bazı iyi mısralar yakaladığım oluyordu. Senden sonra yahut seninle daha bir şair oldum” demekten kendini alamıyor, ancak şerh düşüyor sözüne: “Önce şiir değil benim için. Önce sen.”

Evet, şair; “önce şiir değil, sen” diyor. Böylesine bilinç ve akıl kaybıyla sevmek doğru mudur? Bunu yanıtlamak da, anlamak da zor. Böyle olmasaydı bu ilişkinin adı aşk olmazdı herhalde… Ahmet Arif’in bu büyük sevdasına saygı duyarak, Ahmet Arif’i yakından tanıyan bir büyüğümün anlattığı anısını size aktarmak istiyorum.

Yıl 1977, Ahmet Arif, herkesin tanıdığı, şiirleri insanları etkileyen, kitabı çok satan bir şair. Geç evlendiği için 45 yaşından sonra doğan Filinta isimli bir oğlu var. Hergün yaptığı gibi 5 yaşındaki oğlu Filinta’yı omzuna almış Ankara Kızılay’da Zafer Çarşısı’na geliyor. Yolda herkes tanıyor kendisini. Zafer Çarşısı’nın alt katında kitapçıların bulunduğu alt katta çocuğu omzundan indiriyor Ahmet Arif, oğlu Filinta’yla buraya sürekli gelen birisi. Filinta’yı, Zafer Çarşısı’nda herkes tanıyor, seviyor. Buraya şairi dinlemeye gelen gençler, şiir meraklıları, edebiyat tutkunları ve kalem ustaları olurmuş. Bana bu anıyı anlatan büyüğüm “Abi sen koskoca Ahmet Arif’sin, Filinta’yı böyle omzunda taşımak yerine, elinden tutsan” diyor. Ahmet Arif, “Bak oğlum; çocuk sevgi aküsüdür. Onu öyle dolduracaksın ki; yılanı, çıyanı bile sevsin.” Sonra da gülümseyerek, “Hatta kaynanamı bile sevsin.”diyor.

Ahmet Arif, böylesine sevgiden beslenen, coşan bir şair. Bu kadar büyük sevgi deryasından kim bilir en çoğunu kime vermiştir. O yıllarda edebiyat dünyasının bildiği Ahmet Arif - Leyla Erbil aşkını Ahmet Arif’e duyulan saygıdan kimse soramadığı gibi dilden dile de konuşulmazmış… Mektupların ilk yazılış tarihinden bu güne aradan neredeyse 60 yıl geçmiş. Şair, yaşasaydı yüreğinin çizgilerini kanatırcasına, yazdığı mektupların topluma açılmasına ne derdi acaba… Ahmet Arif’in oğlu Filinta Önal’sa bugün sanatın başka bir alanı olan heykeli kendisine yol olarak seçmiş. 24.9.2013