Sözünde durmak insanlığın, dürüstlüğün, mertliğin, ahlakın ve de en önemlisi yüce dinimizin kesin emridir. Her müslümanın kişi olsun, toplum olsun, devlet olsun, sözünde durmaları farzdır. Farz demek, yerine getirilmesi gereken Allah’ın kesin emridir. Bu husus Kur’an ayetleri ile sabittir.
Toplumun huzuru, fertlerin emniyeti, toplum ahlakının önemli bir kuralı olan sözünde durmak, sözleşmelere sadık kalmak esastır. En’am Suresinin 1. ayetinde, “Ya eyyühellezine amenü evfuubilukud” Ey inananlar (ikinci üçüncü kişilerle ve ulu Allah’a) verdiğiniz sözlerin gereğini yerine getiriniz. Sözünde sadık olmak bir sorumluluktur. (Maide s. Ay. 1. sh. 105)
Bugünün ne İslam devletleri ve ne de ecnebiler fert ve toplum olarak ahde vefayı unutmuşlar, insanların çoğu verdiği sözleri, yaptıkları sözleşmeleri hukuki yaptırımlara rağmen unutmuş görünmektedir. Müminlerin birbirlerine karşı gerekli alışverişlerinde gerekse aldıkları ödünç borçları ödemedikleri için insanlar birbirlerine verdikleri sözleri yerine getirmedikleri, aldıkları borçları ödemedikleri için bugün insanlar ödünç para “karzı hasen” bulamadıkları için insafsız kapitalist bankaların kredi batağında boğulmaktadırlar. Babası oğluna borç veremez hale geldi. İnsanların tek umutları bankalar oldu. Maalesef bankalar da halk tabiriyle dosya parası, işlem parası vs. gibi isimlerle ellerine geçen kazı yolar gibi ve müşterilerini bezdirir bir duruma getiriyorlar. Burada maksadım bankaları kötülemek değil. Bu asırda bankasız hayat hele ticaret hiç olmaz. Ama müşterilerinin zorunlu olarak bankaya geldiklerini bildikleri halde acımasız bir ortam oluşuyor. Bizlerin birbirimize olan itimadımızın yok olması, ödünç verme müessesesini ortadan kaldırmıştır. İşte bu zulmün sebebi verdiğimiz sözde durmayışımız, mertliğimizi kaybedip namert duruma düşmemizdir. Özü bozuk, niyeti kötü olandan sözünde durmayı beklemek hayaldir. İnsanlara hak ve hürriyetleri istedikleri kadar verin maalesef hak ve hürriyetleri alabildiğine tadan insanlar ahlaken aynı yüceliğe ulaşmadığı müddetçe, bugün insanlığın kurtarıcı simit gibi sarıldığı demokrasinin fazla bir işe yaramadığı görülecektir. Maalesef bugünki durum budur. Ahlak ve maneviyatla beslenmeyen demokrasi daima topal kalacaktır.
Şimdi sözünde durma ahlak kurallarının geçmişimizde nasıl olduğunu belgeleyen iki tarihi vaka sunuyorum.
Bu tarihi vakanın birisi Osmanlı imparatorluğu, öbürü R.SAV.in bizzat yaşadığı asrı saadette İslam’ın ilk döneminde yaşanmıştır. Gerçek olaylardır.
Bu ibretli olayı okuduktan sonra bu milletin, milletlerin ve fertlerin nasıl bu hale düştüklerini anlamamız daha kolay olacaktır.
İlk önce, Osmanlı’da verilen söze devlet bazında nasıl durduklarının belgesini sunalım.
Muradı Hüdaverdigar İkinci Murat zamanında olan bir hadisedir.
Papa 4. Öjenin teşvikiyle bir haçlılar ordusu teşekkül etmiş ve Semendre üzerinden Tuna’yı geçerek Niş civarında Osmanlı ordusu ile çetin bir muharebeye tutuşmuştu. Murad-ı Hüdavengar Gazi o sırada iç isyanlardan birisi olan Konya’da Karamanoğulları iç isyanını bastırmakla uğraşıyordu. Düşmanın Balkanlara yaklaştığını, her tarafı yakıp yıkıp ilerlediklerini haber aldı. Düşman kumandanı Hunyadı Yanoş da harp sanatında hünerli bir cengaverdi. Kuvvetlerin çokluğuna ve gücüne haddinden fazla güveniyordu. Yanoş ve askeri, hastalık ve soğuktan perişan olmuştu. Asker geri döndü, Yanoş askerin ricatını önleyemedi. Yanoş’un kaçan askerlerini takip eden Osmanlı ordusu, Şehirköy Boğazında pusuya düşürülmüş, en kıymetli askeri erkanı ile bir çok şehit vermişti.
Bu durumu değerlendiren Haçlı Ordusu, komutanları Sırp Kralı Viladislav vasıtasıyla Osmanlı’ya sulh teklifinde bulundular. İki taraf sulh yapmaya karar verdiler. Sulh yapıldı, her iki taraf yeminle İncil ve Kur’an üzerine yemin ederek sözlerinden dönmemek üzere barışı tekeffül ettiler.
Ahkamı bozulmamak üzere Sultan Murat ile Leh ve Macar Kralı Viladislav defaatle mukaddes kitaplarına el basarak yemin ederek ayrıldılar. Andlaşma Szegeddin şehrinde imzalanarak resmen ilan edildi. (M.1444 Temmuz’u) Bu sulhun uzun süreceğini düşünen Sultan Murat padişahlıktan ayrılarak Manisa’da istirahata çekildi. (Emekli gibi) Fakat çok basit bir sebepten dolayı Haçlıların antlaşmayı bozdukları haberi geldi. Yanılmıyorsam, şöyle bir tarihi espri anlatılır. Murathan (2. Mehmet) yerine oğlu Sultan Mehmet (Fatih’i) geçirmişti. Genç, tıfıl delikanlı idi. Sulhun bozulması ile tecrübesiz Fatih Mehmet Han, Manisa’daki babası 2. Murat’ı göreve çağırdı. Padişahsan gel, devleti yönet. Yok ben padişahsam, sana emrediyorum gel, görevini devral. Burada (Sultan Fatih’in o zaman Fatih ünvanını almamıştı) zekası vurgulanmaktadır.
Tarihci De La Sonkıyer’in, ifadesine göre, tarihte sulhun bozulmaması için en sağlam müeyyide yaptırımı olan anlaşmalardan birisi idi. İslam dininde de Kur’an’da Hıristiyanlıkta İncil’de de sözünden dönmek en alçaltıcı suçlardan sayılmasına rağmen, başlangıç papazları İncil’in aslını değiştirdikleri gibi o sırada Papa’yı temsil eden Kardinal Çezarini, müslümanları kastederek dinsizlere, kafirlere verilen sözlerin hükmü yoktur, diyerek sözleşmeyi yeminle imzalayan Kral Viladislas’ı sözleşmeyi yırtıp muahedeyi bozmaya zorladı. Yırtılan sözleşme 2. Murat’a gönderildi. Haçlı ordusu kutsal din savaşını Osmanlı’ya karşı yeniden başlattı. Tahrik edilmiş Haçlı ordusu Osmanlı topraklarında Varna’ya kadar ilerledi ve Varna kalesini kuşattı. Durumu haber alan Sultan Murat 40 bin kişilik ordusu ile yıldırım hızıyla Varna’ya ulaştı.
Sultan Murat, bozulan ve yırtılan sözleşme sahifelerini mızraklara takarak söz namustur, sözünde durmak mertliktir. Sözünü yiyen namerttir. Ahde vefa er kişinin işidir gibi çiğnenen sözleşme metinlerini dillendirerek şiddetli bir savaş başladı. Macar Kralı Vladislas, mertçe dövüşmüşse de yorgun düştü, atından düştü ve bir Yeniçeri eri tarafından öldürüldü. Kellesi padişahın önüne kondu. Sözünde durmayan krallar, kardinaller, papazlar, papalar, namertliklerinin cezasını canları ile ödediler. Bununla da kalmadılar, binlerce askerin öldürülmesine ve bunun doğurduğu korkunç sonuçlarına sebep olmuşlardı. İşte bu fecaatın sebebi, sözünden dönen namerttir, dönekliğin sonu budur.
İkinci ibretli olay; R.SAV.in bizzat yaşadığı korkunç acılara rağmen imzaladığı veya imzalattığı sözleşmeye nasıl uyduğunu anlatan emsalsiz bir olaydır.
(Allah’ın kulu ve resulü Hz. Muhammed SAV. adlı eser 211-214 sayfalarında anlatılır.)
Bu olay, asrı saadetin en kapsamlı olan Hudeyriye anlaşmasıdır. Bu andlaşma, Medine İslam devleti ile Mekke müşrikleri arasında H.629’da Mekke’nin fethinin bir sene önce Mekke’ye 30 km uzaklıkta, Medine cihetindeki Hudeybiye kuyusu yanında yapılmış en kapsamlı bir sulh antlaşmasıdır. İhtiva ettiği şartlar gelişmekte olan müslümanlar açısından çok ağır şartlar taşımaktadır. R.SAV. Umre-küçük hac- yapmak maksadıyla 1500 kişilik bir kafile –silahsız olarak- ile Mekke’ye yakın Hudeybiye mevkiine gelince, Mekke müşrik devleti müslümanları Mekke’ye sokmayacaklarını, müslümanların karşısına askeri güç yığarak mani oldular. Çeşitli faaliyetler sonucunda, sulh yapmak zorunda kaldılar.
(Sürecek)