Başarı asla tesadüfe bağlı değildir

Anadolu’nun dört bir yanına dağılmışlar. Nerede bir tarihi eser var; nerede doğal bir güzellik var mutlaka onları görürsünüz. Onlar her zaman gülümser. İlgi gösterenlere yardımcı olanlara teşekkür ederler. Öğrendikleri birkaç Türkçe kelimeyle gülümsemeyi unutmuş olanları gülümsetirler.
Çalışkanlıkları, özellikle teknolojik alandaki başarıları takdire değer! Ham madde aldıkları ülkelere işlenmiş ürün sattılar. Ekonomik alanda inanılmaz bir güce sahip oldular.
Onlar sadece elektronik alanında, teknolojideki yenilikleriyle başarılı değiller. Nüfuslarına oranla günlük gazete çeşitliliği, gazete satışları bizlerin asla ulaşamayacağı rakamlardadır. Bulundukları her yerde, bulabildikleri her fırsatta mutlaka bir şeyler okurlar.
Nerede tarihi değeri olan bir sit alanı, ören yeri, müze varsa o yörede yaşayan insanlardan daha fazla Japon kesinlikle gitmiştir. Görmek istedikleri yerler hakkında önceden detaylı bilgi sahibi olmuşlardır.
Ellerinde mutlaka kendi ürünleri olan fotograf makineleri, kameraları vardır. Görebildikleri her şeyi bütün ayrıntıları ile incelerler. Tatile çıkan insandan daha çok bir an önce kendi işyerinde işini bitirmek için ter döken elemanlardan farksızdır. Tatile çıktılarında bu kadar çok çalışan insanlar, normal çalışma dönemlerinde nasıl çalışırlar; görmeye değer!
Onlar, yorulmak nedir; asık surat nedir asla bilmezler! Japonya’da neler yaparlar; merak etmeye değer.
Japon mucizesi denilen başarı, asla tesadüf değildir. Onları anlatan bir film izlemiştim. Anımsayabildiğim kadarıyla ülke içinde uzun yıllar süren iç savaşlar olmuş. Birileri önderlik edip, birbirleri ile savaşan insanları bir çatı altında birleştirmiş. Gelişmenin yolunu göstermiş.
İkinci dünya savaşı yıllarında ülkelerini korumak için ölümüne savaştılar. Acılarını unutamadıkları atom bombalarıyla tanıştılar. Savaşın yaralarını sarıp yeniden ayağa kalktılar.
Başarısızlığı asla kabullenemediler. Çözümlenemeyen sorunlarla karşılaştıklarında, başarısız olduklarında yönetici kimliği olanlar öncelikle kendilerini suçladılar. Kimse onları zorlamadığı halde görevlerini bıraktılar. Kendi kendilerini cezalandırdılar.
Bir türküde olduğu gibi biz bize benzedik. Aileler, başkalarını çocuklarını kendi çocuklarından daha başarılı, daha çalışkan gördü. Komşunun tavuğu komşuya kaz göründü. Birileri çıktı Avrupa ülkelerini , orada yaşayanları bizlerden üstün tuttu. Konuşmalarında gereksiz yere Fransızca sözcük kullananlar uygar, bizler geri kafalı olduk. Daha sonra Fransızca’nın yerini sırasıyla Almanca ve İngilizce aldı.
Başka birileri onların yanlışlarına karşı çıktı. Onlar, doğu ülkelerinin dillerini konuşmak için yarış içine girdiler. Sadece Anadolu’da yaşayan çobanlar, köylüler ana dillerine değer verdiler.
Karamanoğlu Mehmet Bey, neden böyle bir ferman çıkarmaya gerek duydu? Başkaları gibi olmak için gösterdiğimiz çabayı bir türlü kendimiz gibi olmak için gösteremedik.