Geçtiğimiz ay sonu, mezunu olmaktan gurur duyduğum, Afyon Lisesi Mezunlarının, 22. Geleneksel Toplantısı’nı yaptık, Datça’da…

Her toplantımızda olduğu gibi bu toplantımızda da öğrencilik günlerimize döndük.

Yeri geldi güldük oynadık; yeri geldi hüzünlendik.

Aramızdan ayrılan arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi anıp, duygu sağanağı yaşadık.

Zaman zaman çocuklaştık; zaman zaman yaşımıza dönüp, dertleştik.

Bizleri yetiştiren öğretmenlerimizi andık tek tek.

Pek çoğumuzun idolü Halil Ünlü Öğretmenimizle canlı bağlantı kurduk. Halil Ünlü Öğretmenimiz, aradan yarım asır geçmesine karşın, ismen hitap etti çoğumuza; şaşırdık. “Sizler benim, ilk göz ağrılarımsınız” dedi; duygulandık.

Dirildik, sağaldık, güzel duygular, güçlü enerjiler depoladık.

Yarım asra yaklaşan dostluklarımızı perçinledik.

Aile fotoğrafları çektirdik.

Her güzel anlar gibi, bu güzel anlar da göz açıp kapayana uçtu gitti; ayrılık vakti geldi, doluksadık.

Yaşadığımız, unutulmaz iki güzel günün sonunda; 23. toplantımızın yerini ve organizatörlerini belirleyip, sarmaş dolaş veda ettik birbirimize.

* * *

Aslında özelim olan bu olayı, şunun için taşıdım köşeme.

Hep yazar, hep söylerim.

Aidiyet bağları olmalı insanın.

Kökleri olmalı.

Güçlü bağlarla bağlamalı insan, o aidiyetlere.

Ve de sımsıkı sarılmalı o köklere…

Güçlü ve sağlam dostluklar, ilişkiler kurmalı.

Kurduğu o dostlukları da her dem diri, her dem taze tutmalı; zaman zaman sulayıp, yeşertmeli.

… …

Bizim kuşak Afyon Lisesi Mensupları, bu tür duygularla yoğrulduk. Tanımlanması güç duygularla bağladılar bizi birbirimize…

Böyle eğitti öğretmelerimiz bizi, böyle yetiştirdi…

Sevmenin, sevilmenin erdem olduğunu öğrettiler.

Onulmaz derecede yurt sevgisi, Atatürk sevgisi aşıladılar.

Bitmek tükenmek bilmeyen vefa duygusu yüklediler.

Aldığımız bu eğitimin sonucu hep sevdik birbirimizi, öğretmenlerimizi, okulumuzu, yaşadığımız kenti ve de çevremizi…

Ünlü isimler çıkaran Lisemizle, hep gurur duyduk.

İki Cumhurbaşkanı (Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer), iki Genelkurmay Başkanı (İsmail Hakkı Karadayı ve İlker Başbuğ), pek çok başarılı Bakan ve Milletvekili, pek çok sanatçı ve yazar çıkaran Lisemizle hep övündük…

İçimizden çıkan birilerinin başarıları, hep mutlu etti bizi…

Bizim kuşağımızdan çıkan büyük müzisyen Müfit Bayraşa gibi, güçlü kalem, güçlü yazar Selahattin Duman gibi arkadaşlarımız hep gururumuz oldu.

Onlar da tüm ünlerine karşın, alçak gönüllüklerini hiç bozmadılar. Her toplantımıza katıldılar, her toplantımızda görev aldılar, hiç kopmadılar bizlerden. Hep bizden biri oldular.

* * *

Bütün bunları da şunun için anlattım.

Ben, geçmişle bağlarımızın koparılamaması, diri tutulması gerektiğine inananlardanım.

Ailemize, çevremize, arkadaşlarımıza, bizi yetiştiren öğretmenlerimize, okulumuza/okullarımıza, ekmeğini yediğimiz kurumlara sahip çıkmalıyız.

Aidiyet duygularımızı her dem diri tutmalıyız.

… …

Yetmiş yaşına merdiven dayamış biri olarak bu konulardaki deneyim ve gözlemlerim o ki;

Bu duyguları diri tutmanın yolu, yöntemi, bu kurumların mensuplarıyla, yılda hiç değilse bir kez bir araya gelmekten ve bu tür toplantıları geleneksel hale getirmekten geçiyor…

… …

Bu ay sonunda da ailemin (Haboğlu Ailesi’nin) geleneksel toplantısı var Çorum’da…

Türkiye’nin dört bir yanından ve hatta yurt dışından, Haboğlu Ailesine mensup, hısım ve akrabalarımız gelecek bu toplantıya.

O toplantıda da aramızdan ayrılan büyüklerimizi anma; yaşayan büyüklerimize, kuzenlerimize, yeğenlerimize sarılma olanağı bulacak; yüzlerce aile mensubunun yarattığı sinerjiyle güç toplayacağız.

Bu özelimi de şunun için taşıdım köşeme.

Aslında her ailenin, her sülalelin kitaplığında, mutlaka ve mutlaka ailesiyle ilgili bir soyağacı olmalı. Kuşaktan kuşağa, yeni ekler yapıla yapıla yaşamalı ve yaşatmalı bu soyağacını.

Yeni nesiller, atalarının kim olduğunu bilmeli.

Bunlar güzel hasletler; bu hasletleri yaşamalı ve yaşatılmalı…

Hele bir başlayın, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.