Önce yapılan açıklamalara bir bakalım:

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, "Adıyaman il merkezinde, daha çok Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı mahallede, 27 Şubat'ın ilk saatlerinde bazı evlerin duvarlarına belli işaretler, daha doğrusu ne olduğu anlaşılamayan bir yazılama olmuştur." dedi.

Vali Ramazan Sodan, "Bazı vatandaşlarımızın kapılarına keçeli kalemle bazı şekiller çizilmiştir. Ne amaçla yapıldığını bilemiyoruz ama çocuk işi de olabilir." dedi.

CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, "CHP il ve ilçe başkanlığı buradaki işaretleri belgelediler. Adıyaman'da bir ön provokasyon mu var diye endişelendik" dedi.

Başbakan Erdoğan, "Adıyaman'da 25 evin kapısına işaretlemeler yapılmış. Çoğu Alevi vatandaşlarımızın evi. Emniyet ve istihbarat birimlerimiz konunun üzerine gidiyorlar" dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Adıyaman'da Alevi İslâm inancına mensup kardeşlerimizin evlerine işaret konulmasının altındaki ve arkasındaki sır perdesinin titizlikle aralanmasını acilen bekliyoruz" dedi.

Ve Adıyaman Cumhuriyet Başsavcısı Faruk Büyükkaramuklu, "Konuya ilişkin soruşturma başlatıldı. Olayı inceliyoruz, titizlikle araştırıyoruz" dedi.

Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı gibi Alevi kuruluşları da bir açıklamayla durumun aydınlatılmasını istediler. Suçluların bulunmasını ve herkesi duyarlı olmaya çağırdılar.

Sanırım gerekli ve duyarlı açıklamalar, diğer inanç gruplarından da gelecektir ve de gelmelidir.

Ancak konu yalnız Adıyaman sorunu değildir. Bu ülkenin topraklarında 75 milyon insan yaşamaktadır. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Çerkez-Laz, velhasıl çok sayıda etnik ve inanç gruplarıyla Anadolu halkı yaşamaktadır.

Adıyaman'da yaşanacak bir olay tüm Anadolu'yu sarsacaktır. Yaşanacak acı bir olay tüm Anadolu halkının kimyasını bozacaktır. Yani sorun yalnız Adıyaman'ın değildir.

Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, Malatya'da tekrar tekrar yaşanmış bu acı olaylar yeniden yaşanmak istenmiyorsa, toplumun bütün kesimleri bu tip gelişmelere birlikte tavır almak zorundadır.

İçişleri Bakanı ve Adıyaman Valisi "bu olay çocuk işi olabilir" demektedirler. Çocuk işi bile olsa, çocukların özellikle Alevi ailelere ait evlere işaret koymuş olması daha da uyarıcı ve düşündürücü olmalıdır.

Daha da vahimi, bu çocukların beynine bu ayırımcılığın yerleştirilmesi olmalıdır.

Çünkü bu ülkede bütün toplumsal olaylar, yaşatılan tüm acılar bu iki inanç grubu üzerine kurgulanmıştır.

Bu iki inanç grubu, yıllarca birbirine karşı ön yargılı olmaya itilmişlerdir. Bu ön yargı, adeta çıkmamak üzere bilinçaltına kazınmıştır. Ve de sürekli canlı tutulmuştur.

Bu iki inanç grubu, yıllarca birbirinin İslâmi kimliğini kabul etmemeye zorlanmıştır.

Ülkedeki siyasi yapılanmalar, sanki bu iki inanç grubuna göre inşa edilmiştir.

Siyasi literatürde emek-sermaye ilişkisine göre şekillenmesi gereken sağcılık-solculuk bile özünden uzaklaştırılmış ve bu iki inanç grubuna göre şekil almıştır.

Yani bu iki inanç grubunun yan yana yaşayamayacağı bir siyasal ve sosyal iklim oluşturulmaya çalışılmıştır.

Oysaki asırlar öncesinden Mevlâna, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre bu topraklara toplumsal barışın, toplumsal hoşgörünün, inanç grupları arasındaki saygının tohumlarını ekmişlerdi. Ne yazık ki ekilen bu tohumlar, yıllarca kin ve nefret tohumlarına dönüştürülmeye çalışılmıştır.

Ve ne zaman gerek görülürse, ne zaman olağanüstü bir rejime geçilmek istenirse, başta bu iki inanç grubu olmak üzere, inanç ve etnik farklılıklar hep kaşınır olmuştur.

İşte Malatya olayları, Maraş olayları... İşte Çorum olayları, Sivas olayları...

Emperyal Küresel güçler ise, bizim gibi ülkelerde bu farklılıkları, bu ayrılıkları yani inanç ve etnik farklılıklarını, sürekli kullanır olmuşlardır.

İşte Afganistan, Irak... İşte Libya, Suriye... Kısaca işte Arap dünyası...

Başta devlet, devletin görev yapanları, inanç önderleri, akil insanlar, sivil toplum kuruluşları, yani toplumun bütün kesimlerince bu konuda gerekli hassasiyet gösterilmelidir.

Devlet bu gibi gelişmeleri küçümsememelidir. Açığa çıkarmalı ve teşhir etmelidir.

Mevlâna'nın, Hacı Bektaşi Veli'nin Yunus Emre'nin bu topraklara ektiği toplumsal barışın, toplumsal hoşgörünün tohumları yeniden yeşertilmelidir.

Artık bu ülkede ön yargıların yıkıldığı, farklılıkların kabul gördüğü bir zihniyet değişimine büyük ihtiyaç vardır.

Artık bu topraklar toplumun korku içinde yaşadığı bir ülke olmamalıdır...

Ve çocuklara korku içinde yaşadığı bir Türkiye bırakılmamalıdır...

Yoksa yazık edilir bu ülkeye...