Mustafa gittikten sonra Münip kötü kötü düşünmeye başladı. Hayır, hayır Şadiye Münip’ten başka birisiyle evlenemezdi. İmkânı yok olamazdı bu. Fakat neden olmasın? Ya pederi Şadiye’yi zorla evlendirmeye kalkıyorsa? Şimdi onun Şadiye’sinin yanında olması lâzım gelmez mi? Ah, şu fırtına, zalim dalgalar Münip Cemal’in elini kolunu bağlayan hep onlar.

Şimdi sevgilisinin yanında olsa. Onun dizlerine kapanır, kendisinin olması için sabaha kadar yalvarırdı.

Muhakkak Şadiye’nin yanına gitmesi, ona yardım etmesi lâzımdı. Ama neyle gidecekti? Havanın kararmış olmasına rağmen sırtına kalın pelerinini giydi ve dadısına haber vermeden sokağa çıktı. Rüzgâr delicesine esiyordu. Pelerininin etekleri havada kavisler çizerek başında toplanıyordu. Sendeleyerek yürümeye çalıştı. Ancak ağaçlara tutunarak yürüyebiliyordu.

“Allah’ım şu fırtına bir dinse!”

Kahvenin kapısını zorlukla açabildi. İçeride iskambil oynayan birkaç balıkçı vardı. Kahvenin çırağı sobaya odun doldurmakla meşguldü. Münip Cemal’i sobanın yanında uyuklayan Yakup Ağa görmedi bile. Kahvenin içi de soğuktu. Yerler sabahtan beri süpürülmediği için sigara izmaritlerinden siyah tahtalar görünmüyordu. Münip Cemal sobanın yanına giderek Yakup Ağa’yı uyandırdı.

“Hayrola bir şey mi var evlat?”

“Yakup Ağa, seninle biraz konuşmak istiyorum.”

“Buyur evlat. Ne o, senin betin benzin atmış. Bir şey mi oldu?”

“Yakup Ağa, benim İstanbul’a inmem lâzım.”

“Sen delirdin mi Münip Bey, bu havada denize çıkılır mı?”

“Ne olursa olsun çıkacağım.”

“Evlat, bu düpedüz intihar etmektir.”

“Zaten yaşamakta gözüm yok.”

“Derdini demeyen dermanını bulamaz. Hele bir anlat, senin bir derdin var.”

“Yakup Ağa, uzun hikâye. Sen bir yolunu bul da beni karşıya geçir.”

“Dur canım bunlar bu kadar çabuk hâlledilmez, hele sabah ola hayrolsa.”

“Yoo sabahı bekleyemeyiz.”

“Evlat gel bu sevdadan vazgeç. Bu havada denize çıldıran açılmaz. Hem bize kadar gidelim, orada daha rahat konuşuruz. Yengen çorba hazırlamıştır. İstersen süzme bir dut rakısı var. İki tek atarız.

“Zahmet vermeyeyim sana. Şu işi evvela bir hâlletsek.”

“Canım hele sen yürü, elbet hâllederiz.”

Yaşlı bir kurt olan Yakup Ağa, Münip Cemal’in gözlerinden bir çılgınlık yapacağını çoktan anlamıştı. Hakikaten Münip şu anda her şeyi yapabilir, yalnız başına denize açılabilirdi.

Yakup Ağa ile beraber kahveden çıktılar, kol kola girerek ıslak kaldırımlar üzerinde aşağıya yürümeye başladılar. Yakup Ağa, “Hey mübarek hava! Dinmedi gitti. Bir hafta bu böyle devam ederse hepimiz açlıktan kıvranırız.”

“Peki, Yakup Ağa bu havada kıyıdan karşıya geçilmez mi?“

“Hangi kıyıdan evlat? Adanın kıyısı olur mu?”

Yakup Ağa onu caydırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Münip Cemal Nuh diyor, peygamber demiyordu.

Eve girdikleri zaman sofrayı hazır buldular. Yakup Ağa’nın oğlu Mustafa sedire sırtüstü yatmış, bir şeyler düşünüyordu. Ortada yuvarlak bir sofra, üzerinde büyücek bir bakır sini duruyordu. Yerlere şilteler konulmuştu.

Yakup Ağa, “Hadi evlat, sofranın başına. Mustafa sen de validene söyle benim kaçağı çıkarsın. Misafir var. Birkaç yudum içeceğiz.”

Mustafa sofrada onlara bir ev hanımı titizliği ile hizmet ediyordu. Birinci kadehleri ikinciler, ikincileri de üçüncü ve dördüncüler takip etti. Yakup Ağa’nın yegâne gayesi Münip Cemal’i sarhoş edip sızdırmaktı. Biraz sonra Münip hakikaten hoş oldu. Vakit de bir hayli ilerlemişti.

Münip Cemal, “Eh” dedi, “Yakup Ağa bana müsaade. Anlaşılan bu gece karşıya geçiş yok. Sabah ola hayrola inşallah. Yarın sabah deniz durursa İstanbul’a ineriz.”

“İnşallah evlat. Sen üzülme. Yarın seni elimle götüreceğim. Haydi, Mustafa, sen Münip Bey’i evine kadar götür.”

“Zahmet olmasın Mustafa’ya, ben yalnız giderim.”

“Yoo, yooo olmaz. Haydi Mustafa.”

Münip Bey yanında Mustafa olduğu hâlde evden çıkıyor. Hakikaten biraz fazla kaçırmış. Hem rüzgârın tesiri hem de alkolün verdiği rehavet Münip Cemal’in rahat yürümesine mâni oluyor.

(SÜRECEK)